Son Dakika Haberler

Prof. Dr.Ayşe Buğra " Cemaat Değil.Şebeke"

Prof. Dr.Ayşe Buğra " Cemaat Değil.Şebeke"
Okunma : 660 views Yorum Yap

20130304-160959.jpg

Prof. Dr. Ayşe Buğra Gülen cemaatine, cemaat değil şebeke diyerek Anadolu’da iş dünyası tedirgin dedi. Ünlü yazar Tarık Buğranın kızı olan Ayşe Buğra Özelleştirme sürecinde ihaleler nasıl açılıyor nasıl dağıtılıyor bunların bilinesi gerekir dedi.
REJŞM DEĞİŞİKLİĞİNDE HERŞEY DEĞİŞİR
İktisadi düşünce tarihi, ekonomi ve İslam ilişkilerine ilişkin araştırmalarıyla bilinen Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra, Gülen Cemaati’ne “cemaat” değil, “şebeke” demenin daha doğru olacağını söyledi. Buğra, şebekenin Anadolu’da iş dünyasında tedirginlik yarattığını belirlediklerini bildirdi.
Ünlü yazar Tarık Buğra’nın kızı olan Ayşe Buğra, t24’ten Hazal Özvarış’ın sorularını yanıtladı. Söyleşinin bir bir bölümü şöyle:
– Toplum ve Bilim’de yayımlanan makalenizde devletin oynadığı rolün önemsizleşmediğini söylüyor ve ekliyorsunuz: “Bugün yeni sermaye gruplarının gelişme sürecinin, Cumhuriyet döneminin devlet eliyle iş adamı yaratma olgusunu hatırlatan unsurlar barındırdığı gözlemlenebiliyor.” Bugün iktidarın bazı iş adamlarını destekleme ve bazılarını desteklememe biçimleri nasıl değişti?
Evet, devlet eliyle sermaye birikimi sağlama çok güçlü bir şekilde devam ediyor, ancak ilişki biçimi değişti. Değişiklikler nedir? Eskiden büyüklerin ilişki içinde çalışmak zorunda oldukları devlet, küçük ve orta boy iş adamları için o kadar önemli değildi. 1980 sonrasında, özellikle 90’larda KOBİ’lere yönelik teşvikler gündeme gelmeye başladı. AKP döneminde devlet KOBİ’ler için daha önce hiç olmadığı kadar önemli bir aktör haline geldi. Bu önemli bir değişiklik, yerel sanayileşme açısından da bir anlamı var.
Sermaye birikimleri her zaman devletin ne yapıp yapmadığıyla etkilenmiş büyük iş adamlarına baktığımız zaman da bir değişiklik görüyoruz. Artık kapalı değil, açık ekonomi rejimi olması nedeniyle, KİT’ler, döviz kotaları, ithalat-ihracat rejiminin özellikleri önemini kaybediyor. Fakat mesela, kamu ihaleleri önemini son derece koruyor ve çok önemli alt yapı yatırımlarını kapsıyor. Türkiye’de şehirleşme devam ettiği için de kentsel planda çok fazla kamu ihalesi oluyor.
Özelleştirmelerin açtığı alanlar da var. Özelleştirme sürecinin kendisi çok önemli; ihale nasıl açılıyor, nasıl dağıtılıyor, nasıl veriliyor… Ayrıca, mesela enerji sektöründe, doğal tekeli özelleştirdiğiniz zaman onu denetlemeye devam ediyorsunuz. O denetim mekanizmasında siyasi yetkililer söz sahibi oluyor ve siyasi süreçler iş adamını, onun kâr etme şansını veya şansızlığını büyük ölçüde etkiliyor.
Hastaneler gibi bazı sosyal hizmetlerin, mesela sağlık hizmeti veren kurumların özelleştirilmesi de, devlet destekli sermaye birikimine çok ciddi bir alan açıyor. TOKİ başlı başına sermaye birikimi sürecinde çok önemli bir aktör. Burada sadece büyükler değil, küçük müteahhitler de işin içine giriyor. Bütün bunları bir araya getirdiğiniz zaman bugün devletin iş dünyasındaki öneminin hiç de azalmamış olduğunu görüyorsunuz. Siyasi İslam’ın yükseldiği ve rejim değişikliği tartışmalarının yeniden gündeme geldiği bugün, hükümet destekli sermaye birikimi süreçleri yeniden önem kazandı. İlginç olan bu; Türkiye’de özel sektör geliştikten, iş dünyasının içinde çok güçlü aktörler ortaya çıktıktan sonra, yeniden siyasi etkenlerin sınıf içi ekonomik güç dengelerini değiştirmeye, gerginlikleri ve ittifakları biçimlendirmeye başladıklarını görüyoruz. Devlet eliyle yaratılmış yeni bir iş adamları grubunun ortaya çıktığı söylenilebilir.
– Peki, bu yeni iş adamları kim? Devlet – işadamı ilişkileri bu örneklerde hangi girişimlerinde somutlaşıyor?
Biz bu konudaki çalışmamızda 1990 öncesinde iş dünyasında önemli bir prezansı olmayan, özellikle AKP döneminde temayüz etmiş on kadar girişimci şahıs veya aileye baktık. (Detaylı bilgi, Prof. Ayşe Buğra ve Osman Savaşkan’ın Toplum ve Bilim dergisinde yayımlanan “Yerel sanayi ve bugünün Türkiye’sinde iş dünyası” başlıklı makalelerinde bulunmaktadır- T24) Bunların hepsinin sermaye birikimi süreçlerinde, yukarıda devletin öneminin sürdüğünden bahsederken değindiğim faaliyet alanlarının önemli olduğunu görüyoruz. Özelleştirme sonrası enerji sektörü, kamu ihaleleri, TOKİ bağlantıları, vs. çok önemli görünüyor. Bunun dışında, turizmde, madencilikte ve sağlık sektöründeki yatırımlarda da hükümet müdahalesinin önemli olabileceğini görüyoruz. Ayrıca medya sektöründeki yatırımlar da yeni işadamlarının hükümetle ilişkilerinin niteliği hakkında fikir veriyor.
– Peki, Türkiye’de böyle bir manzaranın çıkmadığı, iktidarların kendi iş adamlarını yaratmadığı bir dönem oldu mu, yoksa AKP iktidarını ayrıştıran ciddi bir kesinti var mı?
AKP, döneminde gördüklerimiz olanın devamı değil. Birincisi, sermaye birikimi sürecini etkileyen müdahale mekanizmaları değişik; ikincisi, bugün sahiden bir rejim değişikliği havası içindeyiz. “Demokratikleşiyoruz”, “Vesayet rejiminden kurtuluyoruz” deniliyor, özel yetkili mahkemelerin işleyişindeki zaman zaman su yüzüne çıkan, kabul edilemez acayiplikler bir rejim değişikliği diskuru içinde göz ardı edilmeye çalışılıyor. Türkiye çok polarize olmuş bir toplum ve bu polarizasyon içinde zaman zaman adeta “devrimci” bir söylemin iktidarı desteklemek üzere kullanıldığını görüyorsunuz.
– “Rejim değişikliği”nden kastınız ne?
Rejim değişikliğinde her şey değişir. Mesela bir toplumda hukuksuzluğu meşru gösteren bir rejim değişikliği söylemi sürdürülebiliyorsa bunun iş dünyasına da mutlaka bir yansıması olacaktır. Aynı diskur iş dünyasındaki gelişmeleri açıklamakta ve oradaki acayiplikleri maruz göstermekte de kullanabilecektir.
“DENETİM MEKANİZMALARI ÜRKÜTÜCÜ ŞEKİLDE ÇALIŞIYOR”
– Bugün dikkatinizi çekenler neler?
Çok ciddi bir itiş kakış olduğunu fark ediyorum. Mesela Aydın Doğan’a yapılan çok spektaküler bir şeydi, ona benzer başka örnekler bulunabilir mi bilmiyorum, ama denetim mekanizmalarının hükümete yakın olmayan iş adamlarını ürkütecek şekilde çalıştığını gazetelerden görebiliyorum.
– Denetim süreçleri nasıl işliyor?
Bilmiyorum, denetim süreçlerini çalışmadım. Ama günlük gazetelere baktığınız zaman muhalefet partilerine mensup belediyelerin periyodik olarak denetime tabi tutulduklarını görüyorsunuz. Bunların içinde akçeli işler de bulunuyor. Kime ihale verilmiş, kime verilmemiş… Bu denetim mekanizması, politik tavırlarının oluşmasında iş adamlarını düşündürebilecek bir mekanizma.
– Hangi belediye ile iş yaptığına dikkat eden bir iş dünyasından mı bahsediyorsunuz?
Bunu bilemem, zaten öyle bir şansları var mı onu da bilmiyorum. Ancak siyasi kimlik iş hayatında belirli olabilecek gibi görünüyor. Yeni büyük iş adamları ve küçüklerin gelişmelerinde devletin çok önemli rol oynadığını biliyoruz. Büyük iş adamlarına baktığımızda, sözünü ettiğim mekanizmalardan ciddi biçimde yararlanarak yükselmiş olduklarını görüyorum. Buradaki süreçlerin nasıl işlediğine, yasalara ve idare teamüllere uygun olup olmadıklarına bakmak, gazetecilerin yapabileceği bir iş olabilirdi. Eskiden gazeteciler bu tür konularla uğraşırlardı, bir süredir bu konuların heveslisi kalmamış gibi görünüyor.
“YARGININ DURUMU FEVKALADE ÜRKÜTÜCÜ”
– Siz AKP yönetiminde yaşanılanlara karşı tepkili misiniz?
Yargının durumu fevkalade ürkütücü buluyorum. Medyanın durumuna da üzülüyorum tabii. Hem genel olarak, hem de konuştuğumuz konuyla ilgili olarak. Bu araştırmayı yapmaya başladığım zaman, hâlâ medyada iş dünyasıyla ilgili önemli haberler veren, bu haberleri izleyen ciddi gazeteciler vardı. Sonra bu tür haberler iyice azaldı. Bu çalışmayı şimdi yapsaydım, bazı şeyleri mutlaka gözden kaçırırdım. Bugün medyadan yana pek ümitli değilim, ümitli olan var mı onu da bilmiyorum.
Benim yaptığım iş de gazetecilik değil. Tek tek iş adamlarının durumuyla sadece iş hayatını etkilemekte belirli bir rol oynayan siyasi mekanizmaları ve süreçleri anlamak için ilgileniyorum. Kesin olarak söyleyebileceğim şey de şu: Birtakım müdahale mekanizmaları eskisinden farklı, ancak siyasi otorite eskisi gibi sermaye birikimi sürecini etkileyebiliyor. Bu mekanizmalar artık sadece büyük iş adamlarını değil, KOBİ’leri de kapsayacak şekilde biçimlendirilmiş durumda.
– Bugün konuştuğumuz iş adamları sizce Menderes’in tabiriyle “milyoner” mi yoksa “iş adamı” mı?
Belki bazı yeni şirketler sadece hükümet iktidarda kaldığı sürece varlıklarını sürdüreceklerdir, ama bazı yeni şirket sahipleri gerçekten iş adamı olarak kalacaktır. Bu mümkün. Ayrıca bugün siyasi süreçlere ciddi biçimde müdahil olan işveren kuruluşları var, örgütlü işadamları grubu TÜSİAD üyeleriyle sınırlı değil.
– Örneğin, MÜSİAD hangi siyasi süreçlerde, etkisini nasıl gösteriyor?
Dış ilişkilerde aktif olabiliyor; başka konularda da, mesela eğitim reformu konusunda da fikir beyan ediyor.
“EKONOMİ 2008’E KADAR ANADOLU’YA KAYMADI”
– İşveren derneklerindeki bölünmeye geçmeden bir konuyu netleştirsek; yükselen “muhafazakâr Anadolu burjuvazisi” derken kast edilen coğrafya ne? Sanayileşen yeni iller hangileri?
Tartışmalarda, çok da ciddi olmayan “Anadolu Kaplanları” tabiri kullanılarak işaret edilen yeni yerel sanayi şehirlerinin içinde Kayseri, Konya, Gaziantep, Denizli ve Kahramanmaraş var. Farklı ölçütlerle, farklı kümeler çıkarabilirsiniz tabii, ama biz bu çok sözü edilen beş şehri, İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Ankara’yı içeren büyük metropollerle birlikte ele alarak, ekonomik faaliyette ciddi bir coğrafi kayma olup olmadığına baktık. En azından 2008’e, yani büyük krize kadar, böyle bir kayma görmedik. Ama bu şehirlerin kendi içlerinde farklılıklar görebiliyorsunuz. Mesela İzmir’de düşüş olduğunu, şehrin toplam ihracattaki payı, en büyük sanayi kuruluşları arasındaki işletmelerin sayısı gibi göstergelere bakarak görebiliyorsunuz. Bunun siyasi nedenleri olabileceğini düşünmek de mümkün görünüyor. Ama İstanbul, Ankara çok iyi vaziyette. 2008’e kadar yeni gelişen Anadolu şehirlerinin toplam ihracattaki payında bir artış görmüyorsunuz. Ondan sonraki kısmi artışta da, krizin etkisi ve krizle birlikte yeni gelişen ülkelere yapılan ihracatın payındaki bir artış da önemli olmuş gibi görünüyor. Tabii daha önce de ihracat büyük metropolden yapılırken üretimin bir kısmı Anadolu şehrinde yapılıyor olabilir, ama bu da yerelin dış dünyayla bağlantısını İstanbul üzerinden kurduğunu gösterir. Banka mevduatlarının dağılımına baktığınızda da eski metropollerin ne kadar önemli olduklarını görüyorsunuz. Yani, “ekonomi büyük şehirlerden Anadolu’ya kaydı” diyebileceğiniz bir durum yok.
– “Anadolu’da yükselen büyüme” söylemine sebebiyet veren gelişmeler ne?
Kayseri, Gaziantep gibi şehirlere gittiğinizde kocaman alışveriş merkezleri görüyorsunuz. Anadolu şehirleri gelişmeye devam ediyor, kentsel altyapı yatırımları yapılıyor, TOKİ ihaleleri bazı işadamlarına önemli karlar sağlıyor. Yerel sanayi de sanayinin gelişmesinden belirli bir pay alıyor. Böyle bir canlanma var. Ama ekonomik faaliyetin mekansal dağılımında çok büyük bir değişim yok. Ancak 2008 krizinden bütün dünya gibi Türkiye de etkilenmiş durumda ve krizin İstanbul gibi gelişmiş ülkelerle bağlantısı kuvvetli metropoller üzerindeki etkisi özellikle önemli. Bu ortamda, Anadolu şehirlerindeki ekonomik faaliyetin göreli önemi de daha fazla oluyor.
“ANADOLU’DA TEMSİLİYETİ OLANLAR TUSKON”
– Bu yeni canlanmada, “Anadolu sermayesini TÜSİAD’ın değil, MÜSİAD, ASKON ve TUSKON’un temsil ettiği” iddiası ne kadar gerçek?
En azından MÜSİAD ile ASKON, üye tabanları ve faaliyetleri ve siyasi etkileri açısından, yerelden çok İstanbul’da önemli olan örgütler. TUSKON yerelde etkili, ama TÜSİAD’la yakın ilişkisi olan TÜRKONFED de öyle.
“ANADOLU’DA GÜLEN CEMAATİ TEDİRGİNLİĞİ VAR”
– Anadolu’da iş adamları, üç işveren derneğinden birinden mutlaka memnun mu? New Perspectives On Turkey’de Osman Savaşkan ile birlikte yayımladığınız makalede, Kayseri’de iş adamlarının TÜRKONFED’den, ödedikleri üyelik ücretlerinin karşılığını yeterince alamadıkları için ayrıldıklarını, ancak Boydak ailesinin yükselmesine gücendikleri için TUSKON ve MÜSİAD’a da belli bir mesafe ile durduklarını belirtiyorsunuz. Bu olağan bir durum mu?
Anlaşılabilir bir durum. Kayseri’nin eski işadamları nispeten yeni büyüyen sermayenin kendilerinden daha güçlü olmasından hoşlanmıyor olabilirler. En azından hoşlanmayanların olduğunu biliyoruz. Bu sadece ekonomik bir rahatsızlık olabilir, ama başka türlü gerginlikler olabiliyor. Anadolu’nun neresine giderseniz gidin, ne tür araştırma yaparsanız yapın, Gülen cemaati tedirginliği hissediyorsunuz. Ben kadın istihdamıyla ilgili bir araştırma için gittiğimde de bununla ilgili tedirginliklerle karşılaştım.
– Bahsettiğiniz tedirginliğin kapsamı tam olarak ne; siyasi mi, ekonomik mi?
Siyasi olarak da, ekonomik olarak da hissedilen bir tedirginlik. Aslında “Gülen cemaati” dememek lazım, bu bir ilişki ağı, yani network ya da Türkçe terimiyle bir tür şebeke. Formel bir yapısı yok, pek şeffaf değil ve çok güçlü olduğu fark ediliyor. Bu da insanları tedirgin ediyor. Her ne kadar radikal İslam’dan ayrı dursa da, toplumun muhafazakârlaşmasında önemli bir rol oynadığı düşünülüyor. Bunu sadece iş dünyasında görmüyorsunuz, ama özellikle Kayseri’de iş dünyası içinde bu ilişki ağının bölme, kendini ayırma, kendine yakın olanı destekleme eğiliminden söz ediliyordu. Buradaki mesele doğrudan doğruya TUSKON’la ilgili olmaktan çok, TUSKON’un bu ilişki ağı içindeki yeriyle ilgili gibi görülüyor.
– TUSKON daha çok kendi sağladığı yurt dışı bağlantıları ile biliniyor; dolayısıyla TUSKON’un hükümetle ilişkisi, örneğin MÜSİAD kadar yakın mı?
Hükümet TUSKON’a da, MÜSİAD’a da yakındı. Son zamanlarda hükümetle Gülen tarafının arası biraz bozulmuş gibi görünüyor. Bu TUSKON’un hükümetle ilişkilerini nasıl etkiledi bilmiyorum. Ama sözünü ettiğiniz bağlantıların kurulmasında hükümetin, özellikle dış işlerinin ve elçiliklerin rol oynamamış olduğunu söyleyemeyiz.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)