Son Dakika Haberler
“width=“1293

Yarışmalar ve Hayatımız…Oya Engin

Yarışmalar ve Hayatımız…Oya Engin
Okunma : 751 views Yorum Yap

oyaengin-34Televizyonda yayınlanan haftalık eleme formatında olan yarışma programları hayatımıza ne zaman girdi hatırlamıyorum. İlk yıllarda bir iki tanesine bakmıştım. İçinde dönen fırıldakları çok çabuk keşfettiğimden midir, nedir daha sonraları ilgi alanıma giremediler. Klişe kavgalar, hakaretler, aşağılamalar daha neler neler. Müzik yarışmalarından hiç star çıkmadı. Hiç duymadım. Belki ben hatırlamıyorum. Belki de çıkmıştır.
Son yıllarda en çok öne çıkan yarışma formatı yemek ve giyim. Ses yarışmaları insanlara, katılanlara pek bir şey veremedi. Jüri üyelerinin şişen cüzdanlarını ve yapımcı şirketin kazançlarını saymıyorum. Yetenek yarışmaları var. Hiç seyretmedim. Neler olup bittiğinden haberim yok. Ama hayvan olduğu için bazı sonuçlar dikkatimi çekmişti. Köpek gösterileri başarılıydı. Max’ı ben bile tanıyorum artık. (umarım ismi doğru hatırlamışımdır.)
Yemek yarışmalarına gelince. Elbette izleyicileri eğlendirecek, bilgilendirecek yayınlar yapılmalı. Yemek programları hep dikkat çeker. Ben de seviyorum. Televizyonda seyredecek bir şey bulamazsam mutlaka bir yemek kanalını açarım. Ama bana çok zararlı. Seyrettikçe acıkıyorum. Gördüklerimi yapmam pek mümkün değil. Tembellik had safhada. Ama görsel olarak seni acıkmaya davet ediyor. Yemek yeme isteğini tetikliyor. Biraz tehlikeli anlayacağınız. Çok az izlemeye çalışıyorum.
Yemek yarışma formatlarını sevmiyorum. Kimsecikler kimseciklerin yaptığını beğenmiyor. Puan vermiyorlar. Bunun bir strateji olduğunu fark ettiğimde yemek yarışmalarını da izlemeyi bıraktım. Eee, samimi bir şey bulamayacak mıyız biz? Her şey mi yapmacık?
Ama her şey de olumsuz değil tabi. Ben aslında bu kadar olumsuzluklarına rağmen bu yarışmaların hayatımıza kattığı artılardan bahsetmek istiyorum.
Yemek yarışmaları birçok kesimin varlığından bile haberdar olmadığı “supla”yı olmazsa olmazımız yaptı. Artık ülkenin hangi köşesine giderseniz gidin davet temalı bir yemek yiyorsanız mutlaka sofrada supla var. Davet sahibinin zevkine, ekonomik durumuna, statüsüne göre çeşit çeşit suplalar. Fena mı oldu? Hayır. Pek güzel oldu. Sofralar şenlendi.
Çatalın bıçağın yeri, masa düzeni, inciler, boncuklar, çiçekler, yemek takımlarına uyumlu örtüler, peçeteler, hangi bardakla ne içilir, bebek salatalar, servis kaşıkları, olur olmaz yakılan mumlar… Hepsine bir aşinalık, bir zevk ve çeşitlilik. Yemek servisi sıraları… Bütün bunları birçok kişi bu yemek programlarından öğrendi. Bilenlere bir şey demiyorum. Konu bilmeyenler. Artık birçok evde hangi bardakla ne içiliyor, hangi yemek önce hangi yemek sonra servis edilir, hangi yemek hangi kapta sunulur? Hatırı sayılır bir bilgi geçişi olduğuna inanıyorum.
Yemek konusunu hallettik. Şimdi de giyim yarışmalarına bir göz atalım.
Ben bu konuda biraz bilgisizim. Hep rahat edeceğim kıyafetleri tercih etmişimdir. Renk uyumuna dikkat ederim. Üzerime otursun. Yeter… Modadan falan anlamıyorum. Ama yok böyle değilmiş.
Birkaç uzman bir masaya diziliyor, karşılarında kendi zevklerine göre mi, sponsor ne verirse mi, yapımcı ne giydirirse mi çözemediğim bir şekilde güzel güzel hanımlar giyinip giyinip geliyorlar. Birbirlerini eleştiriyorlar. Jüri eleştiriyor. Genellikle acayip kavgalar çıkıyor. Ağlayanlar falan da oluyor. Her türlü aksiyon var.
Olsun, alıştık. Format bu. Bağırış, çağırış, hakaret, gözyaşı, arada bayılma, aniden yerinden fırlayıp stüdyoyu terk etme.. Bunlar olmazsa yarışma olmuyor. Belki de izleyici dizi film gibi izliyor bu yarışmaları. Mecburen içine hikayeler ve kurgular yerleştiriyor olabilirler.
Gelelim konumuza. Giyim yarışmalarının bize kattığı artılara. Burada kendimden iki örnek vermek isterim. Boti (bootie)… İlk kez bu yarışmalarda duyuyorum. Kısa botu tabi ki biliyorum. Giyiyorum da. Adını bilmiyormuşum. Mini eteklerin altına giyilmesi gerekiyormuş. Ben çok yanlış kullanıyorumuşum. Kendi bilgisizliğime kızıyorum. Ama doğru kullanma şansım yok. Mini etek giymiyorum. Durun düzeltiyorum. Giyemiyorum. Proporsiyonum müsait değil. Bakın bunu da yarışmadan öğrendim. Biz gençken böyle giyinince üstü kaval altı şeşhane (Günlük konuşma dilimizde şişhane deniyor. Şişhane semtinin eski adı Şeşhane’ymiş.)  denirdi. Her şey ne kadar da değişti . Gençlik yıllarımda bu botilerden almıştım. Bordo rengi, tığ topuk. Aynı gün de lacivert bir zarf çanta almıştım. İkisi de yeni olduğu için kıyamamış aynı gün kullanmıştım. 30 yıl önce çanta ve ayakkabı zıt renklerde. Olay olmuştu. Eleştiriler, eleştiriler… Şimdi her şey serbest. Vallahi hayat şimdi güzel…
İkinci örneğe gelince. Hasır çantaların romantik çantalar kategorisine girdiğini öğreniyorum. Çantanın romantiğinin olduğundan haberim bile yoktu… Hasır çantalarla uçuş uçuş , kloş etekli kıyafetler giymeliymişiz. Bir de minik eşarplar bağlamamız gerekiyormuş. Hay Allah bendeki de ne cehalet. Hiç hasır çantam oldu mu acaba? Hatırlamıyorum. Ben  romantik biri değilim galiba…
Takviminde bir düğün, davet, doğum günü, açılış olan cici hanımlar bu giyim yarışmalarında neler giymeleri gerektiğini, hangi kıyafete nasıl bir saç modeli yapmaları gerektiği konusunda fikir sahibi oldular. Etek boylarını, pantolon kumaşlarını, abiye dekoltelerini, nasıl takılar kullanmaları gerektiğini öğrendiler. Kuaförlerde hazırlık yapan hanımlar artık saçlarını tarayanları kendileri yönlendiriyor. Bu konuda bilinçlendik. Darısı diğer konularda bilinçlenmeye…
Yarışmaların en popüleri evlenme yarışmaları tabi ki. Onu da bir başka sefere anlatırız inşallah.. Az daha unutuyordum, bir de  ıssız adalarda, deniz kıyılarında bikinili kızlar, şortlu çocukların katıldığı aç bi ilaç geçtiği söylenen bir yarışma da var. Ama onu hiç izlemedim. Bi haberim yani…
 Oya ENGİN, 2016
 

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)