Son Dakika Haberler
“width=“1293

DERS VERDİLER..

DERS VERDİLER..
Okunma : 1.681 views Yorum Yap

Başlığı, ‘Ben de Oradaydım’ diye de atmayı düşündüm, ama emeklerine saygı için, ‘Ders Verdiler’ başlığında karar kıldım. Ampute Milli Takımı’nın Avrupa şampiyonluğu final maçına gittim. Çocukluğumuzdaki Mithatpaşa, sonraki simi ile İnönü Stadyumu, şimdiki adı ile Vodafonpark’ta oynandı karşılaşma. Bu sahada seksen yedi yılında Sarıyer’in Balkan şampiyonu olduğu maça da gitmiştim. Yani burası final maçları için iyi geliyor bize.

Maça kolay ulaşayım diye metro ile Taksime gittim ve oradan da yürüyerek maça gittim.Maç bittikten sonra da Beşiktaş güzergahından Sarıyer’e döndüm. Sarıyer’in geçmişteki söz konusu maçına da aynı güzergahtangidip gitmiştim.Yolda okullarından dağılan öğrenciler ve işlerinden çıkanlar adeta insan seli halinde maça akın ediyorlardı.Maça bu kadar ilgi gösterileceği tahmin edilmemiş olacak ki, stadyum kapılarının çok azı açılmıştı. Zaten maç öncesinde izdiham yaşandı ve bu nedenle içeri girişler de biraz zaman aldı. Bu yoğunluğu görünce hemen koşarak kalabalığın önüne geçtim. Antremanlıyım çünkü ve bu koşumla da bayağı zaman kazanmış oldum. Stadyuma girince ilk etapta üst tribünlere çıkmak zorunda kaldım. Çünkü alt katlara seyirci alınmıyordu. Maçın ilk devresini üst tribünlerde herkes sırt sırta yaslanırcasına seyretmek zorunda kaldı. Sonra alt katlar açıldı ve ikinci devreyi de buraya inerek seyrettim. Çünkü ben her zaman sahaya yakın olmak isterim.

Misafir oldukları için önce İngilizlerin, sonra da bizim milli marş çalındı. Bizim İstiklal Marşı’mız okunurken müthiş bir koro oluşturulmuştu. Ve maç,seyircimizin takımıza verdiği müthiş bir destekle başladı. Baskı ile başladık maça ve seyircimiz hep bir ağızdan,‘Türkiye sizinle gurur duyuyor’ diyerek her yeri inletiyor millilerimize destek veriyordu. Devrenin sonuna doğru golü de atınca yer yerinden oynadı ve tezahüratlar gerçekten görülmeye değerdi. Bu durun aslında; futbol federasyonuna ve de milli takımda yaşanan sorunlara ve de kavgalara büyük bir tepki. Gerçekten milyonları kazanan kişilerin asgari ücretle geçinen bu fedakar halkın önündeki tartışmaları bardağı taşırmış ve seyirciyi çok kızdırmıştı. Yani bu durum; başarıya olan susamışlığın yanında aynı zamanda bu yerlereadeta bir gönderme gibi idi. Devre bu şekilde sona erdi. Takımımız; ikinci yarıya da iyi başladı ve bu devrede önemli fırsatlar da harcadık. Ama oynadığımız takım futbolun kurallarını yazan İngilizlerdi. Şimdiye kadar hiç yenemediğimiz gibi sadece bir gol atabilmiştik İngilizlere. Bunlar, ısrarla maçın sonuna kadar işi bırakmazlar ve öyle de oldu. Maçın son dakikasında beraberliği sağladılar. Ama biz uzatmada galibiyet golünü atınca stadyum yıkılır gibi oldu. Çünkü herkes sevinçten birbirine sarılıyordu. Maçın sonunda ödül töreni yapıldı ve ilk dört takıma ödülleri bize de kupamız verildi. Maçın bitiminde diğer takımların futbolcuları seyirciyi alkışladı ve İngiliz takımı da bunu bütün tribünleri dolaşarak yaptı. Çünkü elli bin seyircinin bu maça gösterdiği ilgi; şimdiye kadarki Ampute spor karşılaşmalarında bir dünya rekoru idi. Ödül töreninden sonra seyirciler sevinçle sahadan ayrılırken ben ise hemen çıkmadım ve sonuna kadar kalarak gözlem yaptım. Seyirci içerisinde Milli takım ve büyük takımların formalarını giyinmiş gençleri, yaşlı, genç, kadın, erkek toplumun her kesiminden insan vardı. Hatta aralarında ilk defa maça gelenleri bile gördüm. Hep korkardım, ülkemiz üzerindeki tehditler karşısındaKuvay-ı Milliye ruhunu sağlayabilir miyiz? diye. Şükür ki bunun olabilirliğini; farklı düşünceden olan halkın burada bütünleşmesi, bir araya gelmesi bunu tescilledi. Buna tanık olmaktan da ayrıca mutlu oldum. Cevap bulamadığım ve şaşırdığım da bir durum vardı. Maça canlı tanık olan birisi olarak bu soruyu çözümleyemedim. Bu sporcular, koşuyorlar, çalım atıyorlar, sıçrayıp kafa vuruyor ve röveşata atıyorlar? Ben ise yolda yürümeyi beceremiyorum. Bunu nasıl beceriyorlar? Bunun cevabını aradım durdum, ama bir türlü bulamadım. Bu halde sahadan ayrıldım ve her zaman yaptığım gibi Dolmabahçe sarayının önünden yürüyerek Beşiktaş’a geldim, oradan da Sarıyer’e ve Rumelikavak’a. İngilizleri yenerek şampiyon olduğumuzdan dolayı ayrıca mutlu idim. ama zihnimdeki sorunun cevabını bulamamış olmak beni rahatsız ediyordu. Birkaç antrenöre sordum ama ikna edici cevap alamadım. İçlerinde teknik direktör de, beden eğitimi öğretmeni de vardı bu sorduklarımın. Ee., Kur’an-ı Kerim’de, ‘işleri uzmanlarına verin..’ (Nisa, 4/58) ve ‘bilmediklerinizi bilenlere danışın’ (Nahl,16/43)buyrukları olduğu aklıma geldi. Ben de Galatasaray ve Milli Takım’ın eski Sağlık Kurulu şimdiki İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Sporcu Sağlığı Merkezi Başkanı Prof. Dr. Bülent Bayraktar Bey’i arayarak kendisine, hocam, Ampute milli takımı finaline gittiğimi söyleyerek dedim ki,hocam bu oyuncular bu işi nasıl beceriyorlar?Denir ya, vücuttaki eksikbir organın gücü diğer bir organa yüklenir diye bir anlayış var, bunun etkisi midir? Var mı bunun bilimsel bir izahı?.Prof. Dr. Bülent Bayraktar Hocamız bana, ‘hocam bunun bilimsel izahı var, o da şudur; Yaratan bizi öyle bir yaratmış ki muhteşem, öyle bir kas sistemi vermiş ki bize, doksan yaşında olsanız da, yatağan haldeki vücudunuzu çalışır hale getirdiğinizde vücudunuz olumlu dönüşüm yapıyor,bu durum herhangi bir organında rahatsızlık olmayan bizim için de böyledir, örneğin yaşlı bir insanı köye getirdiğinizde durağan haldeki organları hareket eder hale döneceği için onun vücudunda ve hastalığında olumlu bir gelişme olur’. Yani Hocamız adeta şunu demek istiyor. Yani bu iş;,‘Allah sizi inşa etti, size işitme yetisi, gözler ve kalp verdi, ne kadar da az şükrediyorsunuz’ (Mülk, 67/23) diye Kur’an-ı Kerim’demuhtelif ayetlerde de açıklandığı gibi mükemmel bir vücudun bize bahşedilmiş olması ile doğru orantılıdır. İşte bu emaneti iyi kullanmalıyız. Öyle bir beden ki; çalışarak, spor yaparak vs. diri tuttuğumuz müddetçe zindeliğimizi mümkün mertebe az kayıpla koruyabileceğimiz özellikte. Teşekkürler Prof. Dr. Bülent Bayraktar Hocam. Bu cevabı, daha önce kendilerine sorup da yeterli doğru cevap alamadığım antrenör ve öğretmen arkadaşlara anlattım. Hatta o haftaki Cum’a sohbetinde cemaati de yukarıdaki konuları aynen anlatarak bilgilendirdim.
Burada son zamanlarda çok eleştirilen ülkemizde futbolu yöneten federasyona da bir iki sözüm olacak. Bildiğimiz gibi futboldaki yabacı kuralı, maçlardaki hakemlerin yönetimi, alt yapılara önem verilmeyişi gibi konularda gelen tepkiler gündemi meşgul edip duruyor. Hiç ileri gitmeden şunu söyleyeyim. Futbolcular, antrenörler devamlı eğitimden geçiyor. Yöneticiler ise, futbol’la ilgisi olmayan herhangi bir meslek gurubundan olabiliyor ve bu yöneticiler bu konuda eğitim de görmüyorlar. Hiç futbol oynamamış bir iş adamı gelip bu işi meslek edinmiş olan sporcuya yönetici olup onu idare ediyor. İşte; bütün sıkıntı burada. Avrupa da futbolda ileri düzeyde olan ülkeler bu işi futbolun içerisinden gelenlere teslim etmişler. Yöneticiler sadece, kendi uzmanlık alanlarını da devreye koyarak kulübün gelirlerini artırmak ve vizyonunu geliştirmek için çaba sarf ediyorlar. Peygamberimizin buyurduğu gibi; bir işe ehil olmayanlar atandığında orada kıyametin beklenmesi olayının ta kendisi. Burada kıyametten maksat; her şeyin yerle bir olacağı anlamında değil, işin yüze, göze bulaştırılmasıdır. Çok alanda olduğu gibi futbolda da durum böyle.İşte bu durum; en büyük kıyamet alameti. Çözümü de söyleyeyim ki olumsuz eleştirinin bir anlamı olsun. Din; yaşamın kendisi olduğu için hayatın her alanında söz sahibidir. Yani bize her zaman lazımdır. Ancak, antrenör, sporcu; namaz kılmış ya da kılmamış, oruç tutmuş ya da tutmamış. Bana ne? Şayet o bunları yaparsa kendi lehine, yapmazsa da kendi aleyhinedir. Yani onun bileceği iş. Bir teknik direktörü din; maç sırasında formayı hak eden futbolcuya vermesi ile ilgilendirir. Futbolcuyu da din, işi içerisinde aldığı parayı hak ettirecek yani helal hale getirecek derecede formasını ıslatmakla bağlar. Öyle belirli kişileri başarısız kılmak için gerektiği gayreti göstermemek; en büyük günahtır, çünkü bu durumda futbolcu aldığı ücret karşılığında gayret göstermemiş olur ki, bu kazanç haramdır. Evet; Atatürk’ün dediği gibi; sporcunun, zeki, çevik ve aynı zamanda ahlaklısı sevilir. Bu konuda kulüplerin alt yapılarından itibaren futbolculara ahlak eğitimi de verilmesinin elzem olduğu kanaatindeyim. Seyirci, medya ve hakemler de bu işe dahil edilmelidir.Böylece biz seyirciler kötü tezahürat etmeyelim, medya kasıtlı olarak haber yapmasın ve hakemler taraflı düdük çalmasınlar. Yani Kul Hakkı’nın önemi çok iyi öğretilmelidir. Ancak bu eğitimi verecek kişi de çok önemlidir. Geçende büyük bir kulübümüzün maçında yöneticisi ile bu konuyu konuşurken bana, ‘biz bu işe çok önem veriyoruz, işte psikoloğumuz her an bizimle beraber’ deyince, baktım ki psikologları ayaklarını öndeki koltuklar üzerine uzatarak yöneticisi ve şeref tribününde olanların yanında bu halde maç seyrediyordu. Ben de, öyle mi? diyerek o uzmana bakınca, anlamış olacak ki ayaklarını toplayıvermişti.

Ben, tamamen yerli futbolcu ve yerli antrenörden yanayım. Milli takımda ise; tamamen yerli hocadan yanayım ve yabancıyı görmek istemiyorum. Geçmişte seksen milyon içerisinde bir ön libero bulamadık, ve brezilyadan devşirme sıradan bir futbolcuyu oynattık. O da brezilyada oynayamayınca bizi tercih etti, hatta bayıldı. Olumsuz olarak çok eleştirdiğim bir konu daha var. O da milli takımın forması. Bizim formamız; beyaz renkte göğüs üzerindeki kırmızı şerit üzerinde ay yıldız, ya da kırmızı ve göğüs üzerindeki beyaz şeritte ay yıldız şeklinde olanlardır. Nereden çıktı bu turkuaz rengi? Sanki bir tatil köyünde giyilen bir yazlık tişört gibi. Hele de kırmızı siyah renk? Sahada; Gençlerbirliği mi, Eskişehir mi, Gaziantep mi oynuyor, Milli Takım mı? İnanın belli değil. Hiç heyecan vermiyor ve duygulandırmıyor bizi. Bizim çocukluğumuzda milli takımın maçı olduğunda, bir hafta önceden nabzımız yükselirdi. Şimdi ise, kahvehanelerde milli takım maçı varken genelde seyredilmiyor ve millet oyun oynuyor. Çözüm yukarıda da bahsettiğimiz gibi şudur. Her alanda olduğu gibi, dinimizin bir emri olarak; iş ehline verilecek ve bilinmeyenler işi bilenlere sorulup öğrenilecek. Yani yapılacak olan şey; işi futbolun içinden gelenlere teslim etmektir. Yani herkes işini yapacak. Bir de; amatör de olsa futbol oynamış, halen içerisinde olan ve spor yapan birisi olarak yönetici, antrenör, medya, futbolcu ve de kendimi en başa alarak seyircilere diyorum ki; her zaman olduğu gibiözellikle de spor yaparken de Kul Kakkı’nı asla ve asla ihlal etmeyin. Çünkü; bu o kadar önemli bir konu ki, ahirete kalmadan hiçbir kimse yaptığı yanlışın cezasını sosyolojinin bir gereği olarak bu dünyada çekmeden öbür tarafa gidemiyor. İsim vermeye gerek yok, bunun çok örnekleri var. Aksi takdirde öyle bir yaratıcıya ben inanmam. Yani futbolda da elbette denetim yetkisini elde tutup çalıştırmak şartı ile, işi uzmanlarına teslim edecek bir seferberliğe acilen ihtiyaç var.

Bir de Ampute Milli Takımı’nın Avrupa Şampiyonluğu’nu kimse sahiplenmeye çalışmasın. Bu başarı; sadece o kardeşlerimizin, amatör ruhla çalışmalarının sonucudur. Can u gönülden kutluyorum; kendilerini. Ve o anı yaşamış olmayı, hayatımın bundan sonraki zaman dilimi içerisinde önemli bir anı olarak saklayacağım..

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)