Son Dakika Haberler

DOSTLARLA BULUŞMAK

DOSTLARLA BULUŞMAK
Okunma : Yorum Yap

Dost aramak ve aranmak günümüz koşullarında her geçen gün zorlaşıyor.
Herkes dünya gailesi içinde bir köşeye atıyor kendisini. Dünya ve
Türkiye koşulları; iktisadi kriz, siyasi yolun kayganlığı,
görevdekilerin umursamazlığı; ülkenin her geçen gün dünya siyasi
arenasında itibar kaybettiği bir dönemde; bilhassa çarşı pazarda
başlayan yangın kabul edilir gibi değil. Ne olursa olsun hemen herkes
bu kıskacın içinde boğuşup duruyor.

İSKİ, Doğalgaz, Elektrik, Tlf, İnternet faturaları, ev kirası, çocukların okul masrafları… Moral ve
motivasyon için herhangi bir meblağ ayrılmaması. Marketlerin,
manavların, diğer esnafın gözü kulağı televizyon haberlerinde dolar,
yuro ve Türk lirası ne durumda bakılıyor. Dolar yükseldikçe, Türk
lirası değer kaybettikçe vitrindeki malzemelere bastırıyorlar zammı…
Küçük bir misal Sarıyerliler yedi sekiz aydan beri ekmeği 2,5 liradan
yiyor. Simit keza öyle! Nasıl “yaparsınız” diyen bir yetkili yok.
Halkımız ikiye bölünmüş! Bu bölünmüşlükte orta sınıf kaybolmuş, Zengin
ve fakir var… Asgari ücret korkunç bir şey! Başka geliri olmayanların
asgari ücretle nasıl geçindiklerini insan düşünmek bile istemiyor.
Şunu rahatsızlıkla söyleyebiliriz ülkemizde asgari ücret alanlar
geçinebilmek için cambazlık yapıyorlar. Başka türlü nasıl geçinecekler
ki…

Neler yazacaktım neler yazdım. Hayret! Ben de kaptırdım kendimi bir
rüzgâra! Neyse düşündüğüme gelmeliyim. Ne idi? Dostlar!
Kasım ayı benim için hayli iyi oldu. Onca rahatsızlıktan sonra hemen
her gün birkaç saatliğine de olsa dışarı çıkmaya başladım. Evden
ayrıldıktan sonra hanımın bağrışı gelir peşimden “Telefonunu unuttun”
diye… Yanımda kızım Fevziye ve torun Ege vardır. Alırız telefonu, bir
elimde baston düşeriz yola. Çarşı da kalmamız iki saat, hadi
bilemediniz 3 saat kadar. Öğle namazını takiben kadim kardeşim
Elektrikçi İzzet’e uğrar çayını içerim, sonra biraz fiskos, tabii
dedikodusu da var. Sonra varsa ihtiyacım on onbeş dakika Atalay
eczanesine, sonra da alırım Sözcü gazetemi Hakan-Mehmet Kılıç
kardeşlerden alır inerim sahile…

Önceleri dışarıda otururdum bu kasım ayında iç kısımda oturmayı
yeğledim. Hem de batı tarafında cam kenarında yer tuttum kendime,
güneş tam cepheden geliyor bu da nefis iyi oluyor. İşte yine böyle bir
günde bir arkadaş sokuldu masamıza, müthiş saygılı, o an tanıyamadım,
“hele indir maskeni” dedim. İndirdi, tanıdım tabii ayağa fırlamaya
çalıştım ama gücüm kafi gelmedi. Sarıldık birbirimize, elimi öptü.
Ender İçden’di. Bir anda elli altmış yıl geriye gittim. Sarıyer
altyapısından yetişmiş, milli formayı giymiş, BJK de. Altay’da,
Bursa’da oynamış yaman bir futbolcuydu. Soyadı gibi içten bin insandı.
Futbolu bıraktı, ticarete atıldı. İyi günler gördü ama öyle bir an
geldi ki, iktisadi kriz elindekini avucundakini uçurdu. İmanlı,
inançlı bir insandı, yılmadı, bir hayli rahatsızlık geçirmesine karşın
aylakta kalmayı bildi. O kadar mutlu oldum ki, hemen hemen bir saat
kadar eski günleri, arkadaşlıkları, kulübümüzü konuşup durduk. Çok çok
memnun oldum. Aranmak çok güzel!

Bir hafta geçti geçmedi bu kez Tuncay Dağlı çıktı karşımı yine Sarıyer
S. K. kafeteryasında ve aynı masada. Yanında sevgili eşi, sempatik
kızımız Elif hanımla beraber. Yaratıcı ne kadar güzellikler yaratıyor
hiç karı koca birbirlerine bu kadar yakışır mı? Bu benzeyişte Elif de
şanslı, Tuncay Dağlı da…

Tuncay Sarıyer’e canlılık getiren bir yazardı. Aslında çarpı Pazar
gezen, rotatifler arasında tur atan, adliye koridorlarında ömür
tüketen, haber peşine koşmaktan yılmayan yaman bir gazeteciydi. Hatay,
Adana, İzmir ve İstanbul’da… İstanbul’a geldikten sonra Sarıyer’e
demir attı. Sarıyer’de yerel gazetelerin birkaç yıllık ömrü vardı.
Tuncay’ın gelmesi ile yerel gazetelere ilgi daha çok arttı. Pek çok
yenilikler getirdi. Bu haliyle Sarıyer’in duayen gazetecisi olarak
kabul edilir oldu. Tuncay’sız bir yavanlık var yerel gazetecilikte.
Bir saatten fazla konuştuk, dertleştik Tuncay ile. İleri tarihlere
gittik, günümüze geldik, gazetecilik, yazarlık, edebiyat günleri ve
diğer etkinlikler üzerine sohbet ettik, o da memnun, biz de memnun
ayrıldık.

Yine bir gün öğle vakti, kafeteryaya giderken, giriş kapısı önünde!
Bir bey karşıma çıktı. Bende maske, onda maske… “Yahu neredesin? Seni
ziyarete geldim” dedi. Ben de “Çıkar maskeni tanıyayım” dedim.
Çıkardı, tabii tanıdım. Eski Sarıyer Askerlik Şubesi Başkanı Bnb.
(Sonra Albay) Hüseyin Bey’di. Nasıl da uzun yılları arkada bıraktık.
Hüseyin Bey öyle birkaç yıl da bir arar bulur beni. İyi dosttur, can
dosttur, Ekmeği yenir, suyu içilir, asil bir insandır. Oturduk yarım
saatten fazla eski günlerden bahsettik. Kendisine birkaç kitabımı
verdim. Ayrıldık. “Oku bana eleştirilerini bildir” dedim.
Erkol Demir’i de yedi sekiz ay kadar unutmuştuk. Didim de yazlık
almıştı. Yaz başı oraya gitmiş ve koca yazı orada geçirdi. Bir baktık
ki birden karşımıza çıktı. Eşi Nihal hanım”la birlikte çıkageldi.
“Daha eve gitmedik, Sarıyer’e gelir gelmez, kafeye geldik” dedi. İyi
de ettiler. Sarıyer’i, Didim’i, tabii güncel olayları konuştuk. Erkol
hala, Taşiskele üzerindeki ağ ve diğer mezbelelerin kaldırılamadığını,
hatanın belediye de olduğunu söylenip duruyor. Hele koca koca balıkçı
teknelerinin Taşiskeleye yanaşmasına akıl erdiremiyor. Mübarek kendini
hala Avusturalya’da zannediyor. “Yahu burada kanun yok mu?” diye sorup
duruyor.

Eeee işte böyle. Kasım ayı bitmeden benim yazım bitti. Gelecek günler
hayırlara vesile olsun.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)