Son Dakika Haberler
“width=“1293

“ENTROPİ–ENTROPY // KAOS VE TAO”

“ENTROPİ–ENTROPY // KAOS VE TAO”
Okunma : 1.421 views Yorum Yap

Terörist sergi22 Ekim – 23 Kasım 2013 tarihlerinde izlenebilecek sergide yer alan sanatçılar; Müge Akçakoca, Bulut Bagatur, Alper Bıçaklıoğlu, Serdar Çongar, Taşkın Esin, Özlem Gök, Uğur Hasekin, Ahmet Özcan, Korhan Özsoy ve Baysan Yüksel. Serginin açılışı ARTNEXT Istanbul’un Maslak’taki mekanında 22 Ekim Salı günü gerçekleşecek.
Sanatçıların ortak özelliği; hepsinin içinde bulundukları zamana karşı özel bir duyarlılık geliştirmiş olmaları. Serginin konsepti; yaşadığımız süreç ile bizlere bozulma olarak görünen deneyimlerin, “entropi” ve ilintili diğer kavramlar bağlamında sorgulanması ve sanatçıların bu kişisel sorgulamalar karşısında verdikleri cevaplar yoluyla eserlerini üretmeleri üzerine kurgulandı. 2013 Haziran ayında çalışmalarına başlanan sergide yer alan işlerin tamamı, sanatçıların zamana dair bireysel algı filtrelerinin birer görseli veya ürünü. Resim, heykel, yerleştirme ve video disiplinlerinde işlerin yer aldığı sergi, on sanatçının kavramsal çalışmalarından oluşan güçlü bir içerikle izleyicinin karşısına çıkıyor.
Sergide merkez alınan kavram olarak “entropi”, “herhangi bir sistemin evrenle birlikte düzensizlik ve tesirsizliğe doğru olan eğilimidir.” Fizikte “entropi”, bir sistemin mekanik işe çevrilemeyecek termal enerjisini temsil eden termodinamik terimidir. Felsefede çoğunlukla bir sistemdeki rastgelelik ve düzensizlik olarak tanımlanır ve istatistikten teolojiye birçok alanda yararlanılır. Termodinamiğin ikinci temel yasasıdır. Aynı zamanda “her şeyin yıprandığını” söyleyen yasadır! Canlılar yaşlanır ve ölür, otomobiller paslanır… ve evrendeki düzensizlik artar. Sistemdeki düzensizlik arttıkça “entropi” de artar. Örneğin, yukarıdan bırakılan bir taş aşağı düşmek ister. Çünkü aşağı dediğimiz nokta, yukarı dediğimiz noktadan daha düşük bir enerji seviyesine sahiptir. Demir bir kaba sıkıştırılan gaz kendini dışarı atmak ister, çünkü dış ortamdaki gazlar daha düzensizdir. Sosyoloji ve politika açısından da baskı ile kontrol altına alınan toplumlar o baskıyı kırmak isterler. Çünkü baskı onları bir düzene sokmak ister, ancak toplum daha düzensiz olmak ister.
SergiKaos kuramı gibi Buddha düşüncesinde de bir “entropi” yaklaşımı vardır. Buddha, “bileşik olan her şeyin önünde sonunda çözüleceğini, dağılacağını,” söyler. Bu evrensel bir yasadır ve istisnası yoktur. Ayrıca Buddha düşüncesinde, bu düzensizliğin ardından yeniden düzenlilik geleceği öngörülmemiştir. Bu alan Batı düşüncesinde “Kaos Kuramı”, Doğu düşüncesinde ise Tao ve Sufizm kaynaklı açılımlarda ele alınır.
Eserler hakkında:
Müge Akçakoca: Fotoğraf üzerine boyama tekniği ile ürettiği işlerinde “gerçek görüntüde” düzensizliği, kaosu ve anarşizmi yaratmak için fotoğraflara müdahale ediyor! Sanatçı, işinin anlamını; “evrenin temel kurallarından biri ‘düzensizlik ya değişmez ya artar’. Fotoğrafların tekinsizliği ve tuhaflığı da “entropi” kavramındaki düzensizlik ve kaosa işaret etmektedir”, şeklinde ifade ediyor. Bomboş bir parkta doğal olmayan şekilde belirmiş kırmızı otlar ve her an biri ya da bir şey çıkıp gelecekmiş hissini veren bu parkın gece görüntüsündeki gibi.
Bulut Bagatur: Sergide yer alan üç adet tuval üzerine akrilik resminde; saydamlaşan sosyal yapıda bireylerin öznelliğini yitirmesi, yabancılaşması ve tepkisiz suretler halinde toplumu oluşturması karşısında, sanatın farkındalık misyonunu savunuyor. Sanatçı, görünenin ardındaki kimliksizleşmeyi izleyiciye yalın bir anlatımla sunma endişesiyle, benliğin en kuvvetli yansıması olan portreyi; farkındalık ve uyku hali arasında resmederek, bir nevi “araf” hissini somutlaştırmak amacında.
Alper Bıçaklıoğlu: “Mickey” adlı tuval / yerleştirmesinde; tüketim, pazarlama sektörü ve savaş gerçekliği arasındaki ortaklığı (aynı zamanda görsel ve anlamsal zıtlıkları) sokak sanatı estetiğini kullanarak bütünleştiriyor. Bu eserde “Mickey” karakteri bir çizgi karakterden daha fazlası olarak karşımıza çıkıyor. Kimi zaman dünyaca ünlü bir markanın tasarımında, kimi zaman evlerimizdeki kara kutularda, kimi zaman da bir galerideki duvarda, sergide karşılıyor bizleri. Yüzündeki gaz maskesiyle “içinde bulunduğu bu tüketim savaşının, pazarlama sektörünün karşısında durarak” bizlere bir şeyler anlatıyor. “Sistem Şematiği” ile ölümü sorgulayan sanatçının, eski pencere çerçeveleri ve diğer atık-dönüşümlü malzemeleri kullanarak yaptığı bu enstalasyon; bölünmüş ve parçalara ayrılmış kafatası ve diğer organların biçimleri ile izleyicinin gözünde çarpıcı ve keskin bir estetik yapıya bürünüyor. Sistemdeki canlı “entropi”nin en yüksek noktası olan ölüm, aynı zamanda biyolojik çözülme ve ruhsal enerjinin başka bir yere kaçışı anlamında da sorgulanıyor. Alper Bıçaklıoğlu eseri için şunları söylüyor; “Varolmak kadar gerçekti ölüm. Her ne kadar kabullenmek zor olsa da, dünyaya gelişimiz coşkuyla karşılanırken, yok olmamız (ölmemiz) ağıtlar, acılar, feryatlarla yaşanıyor. Bu sistemin bir parçasıydı belki de. Belki de ölümden sonra da devam edecek, devam eden bir sistem gibi, sonu olmayan, tekrarlanan… Sistemler gelişmeye, değişmeye, çökmeye ve tekrar oluşmaya programlanmış gibi. İnsan bedeninde de olduğu gibi. Doğar, büyür, evrilir ve çökeriz. Bu kimi zaman bir hastalık, kimi zaman vaktinin gelmesi, kimi zaman da yanlış tanılar, tetkikler sonucu yaşanır.”
Serdar Çongar: “Overload” serisindeki çağdaş rölyef ve heykelleri; terörün, sokak çatışmalarının ortasında geçmiş bir öğrencilik döneminin etkilerini taşıyor. Sanatçı günümüzde de hâlâ devam eden etnik, dinsel çatışmaların, silah yasalarıyla herkese silah edinme hakkı tanınmasının ve tüm bunlara rağmen hayata devam etmenin zorluğunun etkilerini çalışmalarında çeşitli dokular ve renk kontrastları ile yansıtmaktadır.
Taşkın Esin: “Kaosa Teslimiyet” serisinde oluşturduğu koordinat sistemi dahilinde tuval üzerine belli bir düzen içerisinde formüller uyguluyor. Resimlerin rakamlar ve sembollere dökülmüş hali olarak da okunabilecek metinler, sanatçının farklı renkleri verili zaman ve miktarlarda belli koordinatlar üzerine ne şekilde uyguladığını gösteriyor.
Özlem Gök: “Ayaklar” isimli yerleştirmesinde; “siluet biçiminde imajların çoğaltılmasıyla, mevcut olan imgenin imajını izleyicinin gözünde yeniden sorgulamayı” hedefliyor. Eser, bu sorgulamanın yaratacağı yeni söylemlerle “iktidar kaybı ve kazanımı arasında gidip gelen zihin” durumunu anlatıyor.
Uğur Hasekin: Baskı, direnç ve enerji kavramlarını yansıttığı heykeliyle izleyiciyi karşılıyor. Sanatçı eseri hakkında; “aşırı kontrol altına alınan toplumlar o baskıyı kırmak isterler çünkü baskı onları bir düzene sokmak ister; ancak toplum daha düzensiz olmak ister”, diyor.
Ahmet Özcan: Kompozisyonları ve karakterleri, esasında “canavarlar” olarak nitelendirebileceğimiz gerçekte varolmayan canlıların yaşam alanlarını ve gündelik hallerini ortaya çıkarmayı hedefler. “Gerçek Dünya”nın işleyişinden sıkılmış izleyicinin dikkatini, alternatif olabilecek veya alternatif olamayacak kadar korkutucu bir yeni gezegene yönlendirir. Bu yeni mekanlarda; siyasi çekişmeler, güç savaşları, politik planlar, para hırsı, birer dev çöplüğe dönüşen kentler, doğal yaşamı yağmalama “mecburiyeti”, sınırsız tüketimler ve yasaklanan doğrular yoktur. Sanatçının ideal birer mekan yaratma çabası da yoktur! Zaten ölüm, acı, yorgunluk, hastalık, açlık bu mekanların da doğasında vardır. Ancak, insanoğlu bu mekanların birer parçası değildir. Sadece oralarda kendiliğinden oluşmuş, sanatçı tarafından her yeni eserde evrimleri sürdürülen canlılara ait mekanları izlemektedir, böylece bu gerçeküstü anlara tanıklık eder. Bu şekilde, mecazi olarak “kötülüğe” karşılık gelmeyen canavarlarla yüz yüze tanışmış oluruz.
Korhan Özsoy: “Azap” ile değişim sürecinin heyecanının bastırılmasını formlarına yansıtıyor. Sanatçı, bir kaçış anı olarak da gördüğü heykeli için; “aslında kaçıştan çok ufak bir sızıntı,” ifadesini kullanıyor. “İçeride bir yerlerde dışarıya çıkmaya çalışan bir tutsak, her geçen gün daha da güçlenen ve güçlendikçe değişen. Aynı zamanda da zapt edilmesi güç bir hâl alan!”
Baysan Yüksel: “Ağaç Yiyen” resmindeki figür, zamandan ve mekândan bağımsız bir şekilde boşlukta. Bu boşluğun içinde gördüğümüz, iki elinde birer ağaç olan dev bir insan. Bu kişi, kendisi için sürdürülebilir imkânlar sunan bu ağaçları kökünden koparmış ve tek seferde yutmaya hazırlanıyor. Bir elinde yemek üzere olduğu ağaç dururken diğer elinde de bir başka ağacı yedek olarak bekletiyor. Bu figür, yaptığı eylemin farkındalığına sahip değil. Tanrı kompleksine kapılmış ve gözü doğabilecek sonuçlara kör. Ayrıca bu eylemi kötü niyetinden de gerçekleştirmiyor. O, aslında zaman ve mekândan bağımsız olduğu gibi, bu eylemden de bağımsız ve boş. Sanatçıya göre; “Ancak, kendimizi bu kişi gibi boşlukta hayal edebilirsek yaptığımız eylemlerin durduğu yeri ve ileri vadedeki sonuçlarını fark edebiliriz. Böylece tıpkı resimdeki gibi boşluk dağılmaya başlar ve sonunda anlam kazanır. Küçük farkındalıklar daha büyük farkındalıklara kendiliğinden yönelir ve böylece bilinç, bilinçsizliği kaplamaya başlar.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)