Son Dakika Haberler
“width=“1293

HAYAL DEĞİL- X

HAYAL DEĞİL- X
Okunma : 1.112 views Yorum Yap

Hayal Değil: İstediğim olmadı, bir gün ara vermek zorunda kaldım. Demek
ki bazen istenilen de olmuyor, olamıyor, o imkânı yaratamıyor insan.
Ben de o imkânı yaratamadım. Yaratamadım çünkü, özel
işlerim o denli birikmiş ki yıllardan beri, onların içine dalınca
kolay çıkamadım. Yazma imkânı bulduğum da ise gece, 00.00 dı. Ha
dedim, yeni güne başladım. Kolay gelsin diyorum ve devam ediyorum,
anıları konuşturmaya:

Ortaokulda Türkçe, Coğrafya, Tabiat, Tarih derslerim iyi
idi. Yani güvenirdim kendime. Tarih hocamız önceleri Naci Bey’di
onunla hiç yıldızımız barışmadı. Ama Mustafa Aral (Ayrı zamanda müdür)
ile hep iyi oldu. Mükemmel ders anlatır, ben de iyi dinlerdim, ayrıca
çalışmama gerek kalmazdı. Zaten vaktim olmazdı ki. Gece balığa git,
sabaha karşı gel, iki saat uyu, uykunu almadan okula koş! Böyle olunca
da dinlemekle yetiniyordum. Mustafa Bey sık sık yazılı sınav yapardı.
Herkes bildiği kadar yazar, kağıdını verirdi. Ben de soruları bir iyi
okurum, sonra da sorulara şiir yazarak yanıt verirdim. Belki tuhaf
gelecek size ama her zaman da “10” alırdım. Bir gün neden şiirle yanıt
veriyorsun dedi “şiiri seviyorum” dedim “İyi iyi” dedi.

Ortaokulda üç yılda ancak ikinci sınıfa kadar geldim.
İkinci sınıfta iki deRsten ikmale kaldım. Biri Tabiat ki çok iyi
bildiğim dersti, diğeri İngilizce. Hiç yapamadığım bir ders… Hocamız
da Seniye Hanımdı. Sınıf Hocamız karnemi gördüğünde çok üzüldü.
“Nasıl ikmale kalırsın yakışıyor mu sana” dedi. “İngilizceyi
yapamıyorum” dedim. Neyse sınav günü geldi. İki İbrahim aynı
derslerden kalmıştık. Ben ve Alidört İbrahim… Sınav öncesi Rıfat Bey
çağırttı beni, gittim “Seniye hanımla konuştum, heyecanlanma Gökkuşağı
dersini iyi çalış” dedi. Bende harika çalıştım… Tabiat sınavındın
geçtim, sınıftar çıkarken Aliye Hanım “derste uyursan böyle olur,
zayıfı veririm, ondan sonra ikmale kalır, buraya gelirsin” dedi. Ah
hocam benim sabaha kadar balıkta olduğumu uykusuz geldiğimi bilsen
böyle yapar mıydın? Neyse geldik İngilizce dersine. Sondan iki öğrenci
kaldı biri ben biri Alidört İbrahim. Beni çağırdılar içeri girdim.
İçerde üç kişi var Biri Seniye Hanım, diğeri iki yabancı öğretmen.
Seniye Hanım arka arkaya sıraladı: Kapıyı kapa, pencereyi, aç, kalemi
al, silgiyi, getir, adını soyadını söyle… Bunlar alıştırmaca ve rutin
şeyler bunları yaptım. Seviniyorum da iyi gidiyor diye. Sonradan
gerçeğe geldi. 10’cu ders oku anlat demez mi? Ben hemen Gökkuşağını
açtım başladım okumaya… Orası değil, 10’cu dersi aç dedi. Ben kitabı
kapadın yine aynı yeri açtım okumaya başladım. Yine ikaz, etti ben
tekrar kitabı kapattım yine gökkuşağını açtım. Yine itiraz etti bu
defa bağırarak. Mümeyyizlerden biri “Bırakın hoca Hanım orayı okusun
anlatsın” dedi. Seniye Hanım itiraz etti. Bana da “çık git” dedi,
Dışarı çıktım… Alidört İbrahim girdi içeri, girmesi ile çıkması bir
oldu. “Ne oldu” dedim, “yapamadım” dedi. Ayrıldık. Okuldan çıkarken
Rıfat Bey ile karşılaştık. “Nasıl geçti?” diye sordu. Anlattım
olduğunu gibi. “Yapmaaaa!” dedi ve başını salladı. D emek ki Seniye
Hanım’a ricası yerine gelmedi..

Okul işini bitirelim bari. Yeni yıl için okula başladık.
İyi de gidiyordu. Ama ben yine okul çıkışı çalışıyorum, akşam iki
lokma ekmek yiyor yine balığa gidiyorum. Okuldan çıktıktan sonra
Taş iskeleye uğradım. Bu arada Ameş Hilmi Reis gördü beni. “Ulaaa,
topla uşakları gelin, bu akşam oturak payı (balık satılır satılmaz
çalışanın hakkını verme) balığa çıkalım2”dedi. Hemen eve gittim, Eski
elbiselerimi giydim, okul elbiselerimi, kitaplarımla torbaya koydum,
çarşıya indim. Arkadaşlar da geldi, balığa çıktık. Gece saat 24.00
civarı Büyüklimanda ağ attık. Müthiş hamsi, motor motor doldurduk ve
satışa gönderildi. Limana döndüğümüzde saat 08.30 du. Hemen liman
çeşmesinde (hala orada) yıkadım yüzümü gözümü, iş elbiselerimi
çıkarıp, okul elbiselerimi giydim Koşa koşa okula gittim. Yetişemedim,
öğrenci giriş kapısı kapalıydı. Ön kapıdan yani öğretmenler kapısından
içeri girdim. Üst kata çıkmak için merdivenlere giderken Müd. Mv.
Nebiye Hanım gördü beni “.”Neden geç kaldın?” diye sordu.
“Yetişemedim” dedim ama yanıma da geldi. Rengi falan değişti, adeta
celallendi ve “Eyyy leş gibi balık kokuyorsun, defol git” diye
bağırdı. Kala kaldım, yüzüm kızardı, rengim attı, olduğum yerde
sessiz duruyorum, iki iyi söz bekliyorum ama ne gezer tekrarladı
“Defol git…” o gidiş gittim ve bir d ha okula dönmedim… Aradan 10,
onbeş gün geçti. Mustafa Aral hoca haber gönderdi gitmedim. Bir
arkadaşımla eve gelip annemle konuştu “Okula gönderin” diye. Ama o
kadar kırılmıştım ki, dönmedim…

Okul hayatım böyle bitti ama hatalı bir olayım da oldu.
Askerden izine gelmiştim. 1956 yılı ekim ayı falandı… Bir gün Kumsal
meydanından otobüse binip oturdum R. Hisarı’na para almaya gidiyorum.
Otobüse Seniye Hanım bindi. Boş koltuk yok. İki üç kişi ayakta biri de
Seniye Hanım. Devamlı göz göze geldik. Israrla kalkıp yerimi vermedim.
Bunun ayıbını hala taşırım…

Yine aynı yıllar, yanı 1951 falan. Her hafta Zümrütspor olarak maç
oynuyoruz. Bir hafta Anadolu Kavağına gittik. Askeri sahada A.Kavak
takımı ile oynadık. Kalabalık bir seyirci izledi maçı. 2-1 önde iken
rakip takım penaltı kazandı. Ben kaleci oynuyorum. Adam tam penaltıyı
atacak Çetin Yentür yanıma gelerek kulağıma “Kurtar penaltıyı bir
çikolata var” dedi. Uyarına geldi penaltıyı kurtardım. Bir süre sonra
maçın subay hakemi bir penaltı daha verdi. Çetin yine koşup yanıma
geldi “Bunu da kurtarırsan bir çikolata daha var” dedi. Atılan bu
penaltıyı da kurtarmayayım mı (yani aslında iğrisi doğrusuna geldi).
Tabii Çetin çikolataları almadı. Hep borçlu kaldı bana. Allah rahmet
eylesin.

Takımımız Zümrütsporlular olarak mükemmel bir topluluktuk. Her zaman
beraberiz, birlikteyiz. Mükemmel bir arkadaşlığımız var. Kötü
alışkanlıkları olan hiç yok. Örnek bir arkadaş topluluğuna sahibiz.
İçimizden Cemal Kanca aramıza pek katılmaz, daha çok bağ bahçe işleri
ile uğraşır, bazı zamanlar müthiş giyinir, Taksim’e, Beyoğlu’na falan
gider, döner yine işine bakardı. Müthiş yetenekli bir futbolcu idi.
Anormal suratlı, ama asi ruhlu, biraz alıngan, bakışları ile kindar
olduğu havası sezilirdi. Ama biz onu o haliyle bile severdik. Ama bir
gün bomba patladı. Madende bir kadın çuval içinde ölü bulundu. Hemen
duyuldu, ölü bulunan kadın Deli Hüseyin’in kız kardeşi idi. Adam
kadını öldürmüş, çuvala koymuş ve madende bağın az ötesindeki köprünün
altına bırakıvermiş. Polisler Sarıyer’i abluka altına aldı. Kısa bir
soruşturma ile duruma aydınlığa çıkardı. Ana Katili bizim arkadaşımız
Cemal Kanca idi. Ana katili Cemal kanca! Hepimiz şoke olduk tabii…
Görülen dava sonunda İDAM kararı çıktı ve idam edilerek cezası
verilmiş oldu.

TENİS TOPU İLE FUTBOL OYLNANIR MI?

Oynanır, oynanır. Hem de mükemmel
şekildi oynanır. Futbol topu bulamadığımız çocukluğumuzda kâğıt ya da
bezden top yapar futbol oynardık. Böylesi ortamda Sarıyerli
delikanlılar da tenis topu ile oynarlardı. Sahaları Orduevinin
karşısındaki benzincinin bulunduğu alan ile CafourSa’nın bulunduğu
alandı. Öylesine maçlar oynanırdı ki yüzlerce insan seyrederdi. Bu
işin ustaları; Dr.Cüneyt, Sinemacı Sadulluh, Ethem Koyuncu, Nihat
Gökdemir, Pilot Nejat, Orhan Urunç, Tiktak Taci, Selim Ok, Çito
Şevket, Recai Uygur, Aziz Termur, Cüneyt Dinç, Tınaz Urunç, gibi
arkadaşlardı. Hele Nihat Gökdemir müthişti.

BUGÜN DE BU KADAR. YARIN DEVAM EDERİZ YİNE!
İbrahim Balcı

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)