Son Dakika Haberler

HAYAL DEĞİL- XXI

HAYAL DEĞİL- XXI
Okunma : 1.336 views Yorum Yap

Hayal Değil: Bu meret virüs devam ettikçe, ben de anıları yazmaya devam edeceğim gibi geliyor bana. Başka türlü nasıl vakit geçecek ki? Umarım, yazdıklarım okunuyor ve vaktin geçmesine yardımcı oluyor. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’yı dinlediğimiz şu anda ben de anıları yazmaya başlıyorum.

Sarıyer Halk Eğitim merkezi Sarıyer Pertevniyal Hanım (Horozoğlu) Konağında faaliyet gösteriyordu.

Çeşitli dallardaki faaliyletleri ile gerçek anlamda kültürel çalışmalara öncülük yapıyordu. Bu arada bir de “HABER BÜLTENİ” çıkardılar. Benden Sarıyer tarihi ile ilgili bir yazı yazmamı istediler. “Olur” dedim ve Sarıyer’in tarihi yerleri ile ilgili; örneğin Rumelihisar kalesi, Belgrat Ormanındaki bentler, su kemerleri, çeşmeler ile ilgili bir makale yazdım. Ama birkaç yıl sonra o makaleyi okuduğumda çok eksik olduğunu gördüm, utandım, aksini söylersem yalan olur.

O zaman dedim ki bu eksik bilgilerimi geliştirmek zorundayım. Her fırsat bulduğumda konu üzerine gittim. Gezdim, dolaştım, okudum, ilgili solanlarla görüştüm ve eksik yanlarımı tamamladım. Çok şükür yıllarca devam eden çalışmalarım sonunda bir yere kadar geldim ve konu ile birkaç kitabımla topluma yararlı olmaya çalıştım Aşiyan’dan Kısırkaya’ya”, “Sarıyer Suları ve Çeşmeleri”, Simas’tan Sarıyer’e”, “Sarıyer’i Görmek ve Hissetmek” ve Günboyu Sarıyer’de Dolaşmak” kitaplarımla yararlı olduğumu zannediyorum.

Sarıyer Spor Kulübü Tarihini yazmam için arşiv çalışması yapmam gerekiyordu. Dernekler Bürosuna başvurdum. Kulübe ait dosyayı verdiler ama beklentim boşa gitti. Zira Sarıyer S.K. 1940 kurulmuş dosya 1947 tarihinde tanzim edilmiş. Eli boş döndüm. Görevli amir kitabı bitirirseniz bir adette bize verin” dedi. “Olur” dedim.

Yıllar sonra bir gün Ankara’ya gittim. Temmuz ayının son günüydü, anormal bir sıcak insanın canını alacak gibi. Tescil ve Lisans Müdürü Metin Bey’e kulübün dosyasını sordum. “Üst kata çık, arşivdeki dosyalar orada” dedi. Bir de isim söyledi, gittim. Koca salonda yüzlerce dosta dağ gibi üst üste yığılmış. Sağa sola baktım kimse yok, zaten yemek saatiydi. Gelişi güzel bir dosya alıp bakayım diye düşündüm ve bir dosyayı alıp baktım. Aaaa Sarıyer S.K. dosyası değil mi? Müthiş bir şans, dünyalar benim oldu. Aradığım her şey orada var. Metin Beye gidip anlattım durumu,” bana fotokopi ver” dedim. “Tamam” dedi ve istediğim fotokopileri aldım. Böylece önemli bir boşluğu doldurdum.

Denizli’ye maça gittik (1967). Cuma gecesi geç vakit otele indik. Sabah İsfendiyar Açıkgöz (G.S.) lı erken kalkmış lobiye inmiş, Ben de saat 07.30 lobiye indim. Beraber çay içiyoruz. Bir üst kattan bir adam ağır adımlarla iniyor ben de dikkatlice bakıyorum. Ne oldu anlamadım İsfendiyar aniden fırlayıp adamın gırtlağına sarıldı..

Fırladım beline yapıştım. Kapı görevlisi ile beraber adamı İsfendiyar’ın elinden zorla aldık. İsfendiyar kendinden geçmiş bağırıp duruyor “Yobaz, hırsız, üçkâğıtçı, kumarcı herif, pis zampara, Atatürk Düşmanı, Cumhuriyet karşıtı, şerefsiz, bunları temizlemek lazım” diye. Adam üfleyerek, püfleyerek odasına çıktı.

Ben de rahmetli Baba Kenan ile birlikte İsfendiyar Hocayı restaurant kısmına götürdük… Tabii olayın etkisi biraz dağıldı, İsfendiyar Hoca’ya “Neden böyle yaptın” diye sordum “Sonra konuşuruz, Maçı atlatalım” dedi. O sırada kapı görevlisi geldi ve hiç çaktırmadan bir işaretle beni çağırdı, kıyıdan köşeden kapı arkasına gittim “Hayrola?”dedim. “Aman abi, hocanızı saat 10.30 za kadar aşağıya indirmeyin,.dışarısı insan doldu. Haber almışlar” dedi. “Ne haberi bu?” dedim. “Abi bu adam Necip Fazıl Kısakürek, davet etmişler hemen altımızdaki sinemada saat 10.30 konferansı var, iki bin kişiden fazla adam var ortalıkta. Hepside bu adamın fedaisi, haberiniz olsun”. Bir işaret alırlarsa perişan ederler hocanızı.

Necip Fazıl malum, Türkiye’nin en iyi ve en önemli şairlerinden biri! CHP den mebusluk istedi verilmeyince döndü ve bir numaralı Atatürk. İsmet Paşa, Cumhuriyet düşmanı oldu, hilafetçi kesildi, rahmetli Adnan Menderes’ci oldu defalarca para aldı lehinde yazı yazmak için. Meğer İsfendiyar Açıkgöz Necip Fazılı çok iyi tanıyormuş üstelik hiç de sevmezmiş, orada fırsatı görünce patlamış, yani enteresan bir olayı kolay atlattık, linç olmak işten değildi.

Buraya bir parantez açalım. İsfendiyar hoca dönerken açıkladı. Bir yaz tatili sırasında iki çocuğu denizde boğulmuş, iki evladını kaybedince de şuurunu büyük ölçüde yitirmiş, birkaç yıl sonra kendine gelince çalışmaya başlamış ama hiç sevmediği Necip Fazılı görünce dayanamamış olan olmuş, kusura bakma dedi. Maçı kaybettik, hem de gol yemeden. Denizli sağaçığı Çetin 18 üzerinden müthiş bir şut çıkardı, top üst direkten döndü, hakem gol verdi. Tabii kızılca kıyamet koptu, Hakemi tutup kaleye getirdiler, çamur izini görmesine rağmen golü vermekte ısrar etti. Hakemde kafile başkanımız Fikret Canlı’nın teyzesinin oğlu ve Fikret Bey o maçtan sonra bir daha hakem Orhan Yorulmaz ile ölene kadar konuşmadı.

Bir haciz olayı canımızı yaktı. Edirne’ye maça gittik. Bir otel aradık bir tek yeni otelde yer bulduk. Pahalı bir otel! Cumartesi günü öğleden sonra yola çıktık. Pazar günü maçımız var. Akşama doğru otele vardık. Üç dört görevli nefis karşıladılar bizi, Çay ikram ettiler. “Cereyan yok mu?” dedik “Şehir cereyanı iki saat süre ile kesik, saat 19.00 gelir, o zaman odalarınıza çıkarsınız” dediler. “Bari akşam yemeğini yiyip gelelim” dedik. “Tabii, şu lokantaya gidin, en iyi orası diyerek” yol gösterdiler.

Gittik rahat rahat yemeği yedik otele döndük. Her taraf şıkır şıkır ışık, otelde cereyan yok. Hemen görevlileri sorduk, biri geldi, görmediğimiz biri “Buyurun ben bekçiyim”. “Yahu ne bekçisi, nerede bizi karşılayan ahmaklar” dedik. Adam gülerek “Ağabey bu otel borcundan dolayı hacizli, sizi karşılayanlardan biri haciz memuru, diğerleri haczettirenlerin adamlarıydı” demez mi. Sami Canel yaygarayı bastı, Av. Fikret Canlı kıyameti kopardı. Bütün şehri gezdik ne otel bulabildik ne pansiyon. Tekrar aynı otele geldik. Çarşıdan tomarla mum alındı. Odalarda karyola ve yatak var, battaniye, çarşaf, yastık, masa, sandalye, telefon, su hiçbir şey yok…

“Bu böyle gitmez” dedi Kepçe Necdet gidip bir hayli rakı alıp geldi. Gece geç vakte kadar gülüp eğlendik. Tabii uykusuz, yorgun argın, doğru dürüst dinlenemeyen takımın ne sonuç aldığını merak ediyorsunuz değil mi? O maçı Ruli’nin korner çizgisi üzerinden attığı muhteşem golle 1-0 kazandık. Demek ki şeytan azapta gerekmiş.

Futbolcumuz Ruli’nin babası öldü. Kulüp adına çelenk gönderdik, yönetici olarak da Baba Kenan ile birlikte gittik.

Arnavutköy’de kilisiye gittik, girişte sağdaki en ön sırayla gidip oturduk. Tabii cenaze için gelenler gelip oturuyor. Bir ara iki kişi geldi. Biri bana diğeri de Baba Kenan’a,” burası bizim kalkınız” dedi. “Ne kalkması, burası ibadethane değil mi, gelen oturur” dedim. “Hayır burası bizim yerimiz, biz her ay para ödüyoruz kilisiye” dediler biz de kalktık. Bir saatten fazla sürdü cenaze töreni. Dışarı çıkıldı. Merhumun tabutunu dört kişi Arnavutköy’ün üst kısmındaki mezarlığa taşıyor.

Bir ara Baba Kenan “Adamların canı çıktı, şunları değiştirelim” dedi. “Tamam” dedim, gittik öndeki iki kişiden tabutu devir aldık… Gidiyoruz yüz, yüz elli. İki yüz adım gittik, bizi değiştiren yok. Vurduk bayıra doğru gidiyoruz ama yorgunluktan, terden perişan olmuşuz, bakıyoruz bir gelen yok mu diye. Bu arada bir adam Kenan’a sokuldu. Adam Kenan’ı tanıyor, oranın balıkçılarındanmış. “Bre Baba Kenan ne aldınız Tabutu, bu pezevenklere para veriyoruz taşısınlar diye” sitem etti ve önümüze geçip yürüyüşü durdurdu. Adamlar koşup bizi değiştirdiler. Öyle bir kazık yedik ki unutulur gibi değil!

İbrahim Balcı

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)