Son Dakika Haberler
“width=“1293

Alı al, moru mor adam. Burak Özbakır

Alı al, moru mor adam. Burak Özbakır
Okunma : 835 views Yorum Yap

Baharın gelişiyle başlamıştı herşey. İstanbulun siluetine baktığınızda az biraz kalmış orman müsveddelerinde bir erguvan ağacı nasıl kendini farkettirirse, onun da alı al, moru mor halleri, çevresinde öyle bir etki uyandırıyordu. Farklımıydı yoksa konjonktürmü oydu bilinmez, çokta sorgulanası birşey değildi açıkcası.

 

Bahar gelmişti öncelikle. Toprağa basılacak zamandı. Elektriğin atılacağı, umutların artacağı, dünyaya daha inançla, daha insanca bakılacağı zamandı. Dere kenarında çatlatılan soğuk karpuzların özlendiği, kaprilerin giyilip, sandaletlerle parmakların serbest bırakılacağı zamanların özlemini duymaya gerek kalmamıştı. İstanbul herkese güzeldi yeniden. Karaköyden bağırdığınızda çengölkeyden geliyordu sesi. Kuruçeşmede patlattığınızda havayi fişeklerinizi sarıyerden beykozdan kutluyordu dostlarınız. Ve güneşe uyanıyordunuz arsız, acımasız kışa inat.

 

Kış ne demekti onu düşünmeye başladı, deniz kenarında püfür püfür esen rüzgara fokur fokur fokurdattığı nargilesinin dumanını katarken. Neydi bu olumsuz havayı insanların üstüne yapıştıran anlamsız hüzün. Fiziksel, kimyasal bir açıklaması varmıydı acaba? Güneşten alınamayan d vitamini beyinden mi çalınıyordu? Kara kışa enerji harcarken vücud için, gönülle kalple ilgilenmeye vakitmi kalmıyordu? Çileğin kirazın verdiği tadı portakal elma vermiyordu gerçi ama her taraf aşeren kadın manavlarıyla doluydu beyoğlunda ve aşeren kadınların dışında kimseye faydası olmuyordu yine de. Çok karışıktı kış olayı. Vazgeçti düşünmekten.

 

Hülya geldi sonra aklına. İlk ergenlik yıllarında havalar nasıl olursa olsun, sizin havanız iyi olsun diyen o fettan kadın. İyi şeylerdi çağrıştırdıkları. Sıcak şeyler. Utandı ve vazgeçti düşünmekten. Çok enteresandı çünkü o masumiyetin asırlarca geride kalmasına, üstüne yaşanmış arsızlıklıkların iz bırakmasına ve en doğalın en doğal olarak içine yapışmasına rağmen yüzünün muzipçe kızarması.

 

Tecrübe şaşırmamaktı çünkü. Kızarmamak, üzülmemek, ağlamamak, boğulmamak, bağırmamak, istememek, ihtiyaç duymamak. Kışların insanı yeteri kadar eğitmediğini düşündü sonra. Ne verirdi ki kışlar insana? Uludağ da kar olsan,yamacındaki kekik kokulu kuzu eti kadar hükmün olmaz. Don ıslatan yağmur olsan, sahlep kadar içine işlemez. Pus olsan, sis olsan iki şömine cızırtısında alırlar aklını. İnsanoğlunun kapalı mekanlarda çözdüğü bir sırdır, kış diye geçirdi içinden ve birşey daha keşfetti. Feylezof laflarda kışın eseriydi. Kış demek yazın çok gezdin, kır belini, yerleştir kıçını bir yerlere, sahlepte var, kendini keşfet demekti.

 

Fakat gelmişti bahar bir kere. Hesaplaşmalar bitmişti. Hayatla yeniden barışılmıştı. Kıştan kalan aşkların, meşklerin sanıldığı gibi olmadığı, yitip gittiği baharın ilk meltemlerinde kaybolmasından anlaşılmıştı. Hesaplar bu kadar kolay kapanırdı kıştan kaldıysa eğer. Bir ay önce seviyorum diye ağlayanların, senden başkası yok diye yemin edenlerin, gerçek aşklara, çılgınlıklara, hesapsızlıklara nasıl yelken açtığı, sahilde kuma ayak bastıklarında sektirdiği taşlardan anlaşılırdı.

Bahar dediğin ısındırırdı insanın içini. Yazın yapış yapışlığına hazırlardı. Kemikler ısındığında erkekler daha bir erkek, kadınlar daha bir yumuşak, daha bir narin. Kışın soğuk dost buluşmalarında, insanlar yanaktan öpüşmeye bile üşenirken, yazın sarılmaları, öpüşmeleri, elin kutup insanlarını, isveclilerini, finlandiyalılarını, ruslarını bile rahatsız etmezdi. Yazın cüretkarlığı beş basardı kış insanlarına. Mahçup kış naberleri, selamları, canım nasılsınlara, şeker nerde takılıyoruz bu akşamlara, hadi sabahlayalımmı sahildelere döner birden ki, en tecrübeliyi bile şaşırtır. İçmek bile farklıdır yaz aylarında. Ne kusulacak bir kapalı mekan olur içtiğin yer, ne de bundan rahasız olanlar. Sarhoş olmak bile kolay değildir. Deniz vardır çünkü. havuz vardır. elbirliğiyle hadi ayılsın ibne diye karga tulumba duşun altına sokan dostların vardır. Yakamozları yakalayamayan, öldüremeyen tekneler vardır. Türlü türlü seyahatler, türlü türlü yemekler, türlü türlü dostluklar, tepkiler, buluşmalar, felsefeler, sevişmeler, sokuşmalar, öpüşmeler, tepişmeler vardır. Bu kışı da atlatmış Allaha şükür dediğiniz yaşlı ziyaretleri vardır. Ne güzel emeklilik diye iç geçirdiğiniz planlar vardır. Ulan ben burdayken millet çalışıyor dediğiniz ve kendinizden utanmadığınız ama bende hakettim ulanlarınız vardır.

 

Pınarlarından su içtiği çeşmenin gölgesinde ayaklarının toprakla buluşması, özüne dönmesi, toprağı, tezeği koklaması, alnından sildiği teri farkettirmeden kıçındaki şorta, tişörte silmesi, düzeltmişti ruhunu sonunda. Alı al moru mor halleri çaldığı ıslıkta son bulmuştu:

 

– Belki birgün çıkar gelir diyorlar

Gönül muradını da alır diyorlar

Seven sevdiğini bulur diyorlar

Umudumu kestiğimi ona söyleme

Yare söyleme, söyleme ulan söyleme……

 

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)