Son Dakika Haberler

BALIK AVCILIĞI VE KAYBOLAN BALIKLAR. İbrahim BALCI

BALIK AVCILIĞI VE KAYBOLAN BALIKLAR. İbrahim BALCI
Okunma : 1.176 views Yorum Yap

Avlanacak balık mı yok, yoksa balık avcılığı mı unutuluyor? Üç yanı denizle çevrili ülkemizde yeteri kadar deniz ürünü tüketilmediği istatistiklerle sabittir. Balık var da Türk halkı balık mı yemiyor? Ya da balık olmadığı için mi yeteri kadar tüketilmiyor? Bütün bu soruların cevaplandırılması, Türk balıkçılığı bakımından gereklidir.

Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir: Türkiye’nin üç yanı deniz. Deniz olan yerde balıkta olur. Ama yeter ama yetmez! Yeterse sorun yoktur, yetmezse kültür balıkçılığı ile açık kapatılır! Türkiye eskiden balık tüketimi bakımından kendine yetiyordu. Hatta fazlası vardı ve balık ihracatında hayli ileri bir seviye tutturmuştu. Örneğin; II. Dünya Savaşı sırası ve sonrasında,  yani 1950’li yıllara kadar Avrupa ülkelerine, bilhassa Yunanistan ve İtalya’ya balık ihraç ediyordu. İş terse döndü ve son yirmi otuz yıldan beri balık ithal etmeye başladı!

Balık eski yıllarda çoktu da şimdi mi azaldı? Bu durum tartışılabilir ama önemli olan Türkiye’nin nüfusu ne kadardı günümüzde ne kadar? Bu soruya yanıt bulmadan gerçeğe yaklaşma imkânı bulunamaz! Şunu da unutmamak gerekir: Türkiye’nin balık rezervi konusunda her hangi bir bilgi yoktur ve bu konuda bir çalışma da yapılmamaktadır. Hal böyle olunca gerçeğe nasıl varılacaktır? Bu da ayrı bir husustur.

Türkiye’nin nüfusu Cumhuriyetin ilk yıllarında 13 milyondu. II. Dünya Savaşı sırasında 15 milyon, 1950’li yıllarda 18 ve sonraki yıllarda artış göstererek günümüzde 75 milyona ulaştı. Deniz aynı deniz, fazlalığı yok! Ama balık yetmiyor. Nüfus 13 milyon iken tutulan balık, o günün teknolojisine rağmen tüketime yetiyor hatta artıyordu. Bu durum 1970’li yıllara kadar devam etti. Sonra dengeler alt üst oldu. Elbette ki bunun önemli nedenleri vardır. Bu konu üzerine eğilmek gerekir.

Yanlış avlanma, deniz kirliliği, teknolojinin anormal derecede üst seviyede olması, denizlerin sevimli yaratığı balıkların kraliçesi Yunus’lar!

Eskiden her tür balık avcılığı yapılırdı. Bunun nedeni de bol balık olmasıydı. Örneğin; Palamut, torik, lüfer, istavrit, hamsi, kalkan, kefal, levrek, tekir, barbunya, tirsi, mezgit gibi balıklar Karadeniz’de çok bol olan ve avlanan balıklardı. Günümüzde bu balıklardan sadece Hamsi yeteri kadar av veriyor. Diğerleri, yani eskiden çok miktarda avlanan Palamut, torik, lüfer, kofana, sarıkanat, çinakop, tirsi,  kalkan, mezgit ise yok denecek kadar az! Levrek, tekir, barbunya hemen hemen kayboldu.

Boğaziçi de farklı değil! Artık Boğaziçi’nin belirli yerleri balık için yatak ve mera olmaktan çıktı. Her an balıkçılar yatak ve meralara ağ dökmekle meşgul. Yaz kış yapılagelen bu uygulama Boğaziçi’nde nerede ise balığın kökünü kazıyor. Buna bir de havyar dökme mevsiminde volicilerin gece gündüz demeden avlanmaları, az da olsa dalyanların balığın geçiş yolları üzerinde kurulması balığa ve balıkçılığa darbe vuruyor. Hal böyle olunca da Boğaziçi’nde mevcut balık sayısında ve azalma oluyor. Hatta yok oluyor! Örneğin; Uskumru, kolyoz, ıstakoz, izmarit, çırçır, barbunya ve türleri; iskorpit, kayabalığı, zargana balığı yok ya da yok denecek kadar az! Kılıç balığı, orkinos,  Istakoz, uskumru, barbunya, çırçır ve kaya balığı tamamen kayboldu!

Neden böyle oldu? İşte sorun burada! Azalan ya da kaybolan, nesli tükenen balıklar nasıl yok edildi?

Öncelikle deniz kirliliğini ele almak gerekir. Denize dökülen deterjan atıkları, balıklar için ölümcül atık olarak bilinmekte ve yavru balıkları zehirleyerek yok etmektedir. Naylon poşet ve benzeri naylon atıkları, deniz dibini perişan edecek kadar tahrip eden atıklardır. Cürüme ve eriyip yok olması için denize atıldığı tarihten itibaren 300-400 sene geçmesi gerekiyormuş! Dibe oturmuş ve kaygan zemin oluşturmuş bir naylon satıh üzerinde balık yumurtası durur mu? Yavru balıklar beslenebilir mi? Elbette ki hayır! Her gün boğazdan yüzlerce/binlerce geminin geçmesi ayrı bir sorun. Bu olay Marmara, Ege, Akdeniz ve Karadeniz için de aynı derecede önemli. İç deniz olan Marmara ve Karadeniz için daha çok önemli. Üç yüz, beş yüz tondan 250 bin tona kadar olan küçüklü – büyüklü gemilerin her gün boğazdan ve denizlerimizden geçiş yapması balık ve balıkçılık için çok büyük dezavantajdır! Binlerce tonluk gemilerin uskur seslerinin, sintine atıklarının balıkların üremesinde engel olduğunu, balıkların bu nedenle daha sakin yerlere göç etmek zorunda kaldığını göstermektedir.

Balıkçılık teknolojisi çok büyük ilerleme kaydetti. Balıkçı ağını döktükten sonra, ağın yırtılması ve balıkların ağdan kaçması şansı pek yoktur! Ancak ağ çevirmede (mola) zamanlama hatası ve ilişkene rastlayacaktır ki ağlar yırtılacak ve balıklar kaçıp gidecektir. O derece güçlü naylon ağlar yapılıyor ki bu ağlardan balıkların kurtulması olası değil. Keza, eskiden gırgırların ağ boyu ve derinliği ile şimdiki ağların ağ boyu ve derinliği karşılaştırıldığında insanın dudağı uçuklar. Eskiden derinlik 30 – 40 kulaç arasında değişirken şimdi 90  – 120 kulaç arasında. Ağ boyuna gelince daha da beter. Eskiden 200 – 270 kulaç arasındaki ay boyları şimdi 680 – 1000 kulaç arasında (Hatırlatalım bir kulaç 1.75 metredir)! Belki de daha fazla! Hal böyle olunca geniş bir alan içinde iken etrafı çevrilen balığın ebetteki kaçma şansı olamaz!

Balıkçı tekneleri eskiden 12 – 20 m arasında değişen ahşap tekne iken şimdi 30 ile 60 metre arasında olan saç teknelerdir. Her birinde sonar dahil birkaç radar bulunuyor. Irgatı, çift uskuru, yardımcı makineleri ve yaşam mahalleri ile günlerce deniz üzerinde kalabilecek imkânlara sahip. Balığa mola ettiğinde (ağ çevirdiğinde) binlerce ton hamsi, binlerce çift palamut ya da binlerce adet lüfer yakalayabiliyor! Her bir balıkçı teknesinde reisleri dâhil 20 – 25 kadar çalışanı var.  Tabiri yerinde ise fevkalade önemli bir işkolu! Bunlara bir de trollar eklenirse, facia ortaya çıkar. Trol çekilecek yerler bellidir. Balıkçı, kendisini, mesleğini ve geleceğini düşünüyorsa trolculuk denen bu mesleği ya tamamen terk etmeli ya da gösterilen yerden başka yerde trol çekmemelidir. Trol, balıkçılığı kökünden yok eden bir işkoludur. Deniz dibinin canavarıdır. İşin önemli yanı trolcuların gösterilen, tespit edilen yerlerde avlanmaları gerekirken, başka alanlara kaymalarıdır. Daha açık yazmak gerekirse, yasak sahalarda avlanmaları, bunu ısrarla devam ettirmeleri, buna göz yumulması, önemli yaptırımlara rağmen çeşitle yollardan kendilerine imkân hazırlamış olmaları yanlışlığını devam ettirmeleridir. Trolculuk katliamdır, kesinlikle önlenmesi gerekmektedir. Bu nasıl başarılır ve nasıl önlenebilir? Önemli etken otokontrol sisteminin işletilmesidir. Balıkçı kendi kendisini kontrol edecek, yanlış ve kaçak avlanmayı önlemek için gereken kontrolü bizzat kendisi yapacak ve önlemlerin alınmasına yardımcı olacaktır. Ayrıca trolculuğun önlenmesi için trolcuların başka alanlara kaydırılmaları teşvik edilmelidir. Bu da devletin görevidir. Mazot için yapılan uygulama bu iş için de yapılabilir! Böyle bir önlem alınamazsa caydırıcı olan ağır müeyyideler uygulanabilir.

Biraz garip olacak ama bir hususa da dikkat çekmek isterim: Denizlerin kraliçesi, halkın sevgilisi Yunus balıkları çok mu masum? Denizde takla atarken gördüğümüz yunusların bir canavar olduğunu unutmamak gerekir. Yapılan tespitlere göre bir yunus balığı günde 25 – 30 kilo balık yiyor. Hal böyle olunca balık kaybına dikkat çekmek gerekir. Eski yıllarda 1960 ‘lı yıllara kadar Yunus avcılığı İstanbul’da da yapılıyor ve yağı çeşitli işlerde kullanılıyordu. Hatta balıkçılar iplik ağlarını da balık yağı ile yağlayarak güçlendiriyordu. Yunus avcılığı Karadeniz kıyı şeridinde birkaç yıl öncesine kadar devam etti. Sonra yasaklandı. Yasaklanmakla da kalmadı takibi ciddi olarak yapılır oldu. Görülüyor ki Karadeniz ve Marmara Denizinde anormal boyutta yunus balığı artışı var. Hele Boğaziçi’nde göç balıklarına, havyar dökmeye giden balıklara nefes aldırmıyorlar. Balıkçılardan alınan duyumlar doğruysa yunus balığı sayısında son iki üç yıl içinde anormal bir patlama var. Denizlerde yunustan geçilmiyor!

Durumu bu şekilde saptadıktan sonra kaybolan, yok olan balıklar gibi kaybolan balık avcılığı çeşitlerine dikkat çekelim: Artık, Boğaziçi’nde lüküs ışığı altında olta ile lüfer avcılığı yok. Istakos avcılığı yok, manyat ve ırıbçılık unutuldu. Dip ağcılığı, barbunya, kayabalığı, uskumru, kolyoz avcılığı da kayıplarda! Kılıçbalığı avcılığı yıllardan beri yapılmıyor, çünkü kılıç balığı yok!

Durum göstermektedir ki balıkçılarımız için devlet yardımı gereklidir. Devletin, dolaysıyla hükümetlerin olayın üzerine durması gerekmektedir. İlk yapılacak iş Denizcilik Bakanlığının kurulmasını temin etmek olmalıdır. Denizcilik müsteşarlığı Tarım Bakanlığına nasıl bağlanabilir, bu akıl kârı mıdır? Deli saçması bir şey! Ama ülkemizde oluyor!

İlgililer, balıkçılık kurultayını; Su ürünleri okulunun uzmanları ve yetkin öğreticileri, balıkçılık kooperatifleri, balık kabzımalları, balıkçı reislerinin de katılımı ile toplamalı, alınması gereken önlemlerin neler olduğunu tespit etmelidir. Aksi halde birkaç yıl içinde ülkemiz denizlerinde balık neslinin tamamen tükeneceğini görmenin azabını çekeceğiz!

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)