Son Dakika Haberler

BU ÜLKE BİZİM, CUMHURİYET BİZİM. İbrahim Balcı

BU ÜLKE BİZİM, CUMHURİYET BİZİM. İbrahim Balcı
Okunma : 640 views Yorum Yap

İbrahim BALCI
İbrahim BALCI

Kopuyoruz, koparılıyoruz. Cumhuriyet yavaş yavaş ayağımızın altından kayıyor. Evet, Cumhuriyet yavaş yavaş ayağımızın altından kayıyor ama anlayan yok, konu üzerine duran yok!. Ne isteniyor Cumhuriyetten? Kime rahatsızlık verdi? Cumhuriyetin temel direkleri kimlerin canını yaktı?
Altı yüz yirmi iki yıl devam eden bir imparatorluk hangi aşamalardan geçerek “Hasta Adam” durumuna geldi? Hasta adam durumuna gelene kadar devleti yönetenleri hastayı tedavi edebilmek ve iyileştirmek için neler yaptılar? Neden başaramadılar ve daha kötü duruma düşürdüler? “Hasta Adam” kimlerin esiri oldu, nasıl oldu, kimler bunu sağladı? Bunu okuyan, okumasını bilen herkes bilir ama hasta adam olarak isimlendirildiğini belki de kabullenemezler. “Neden hasta adam olacakmış” diyebilirler. Derler de bu söylemde hiç de haklı olamazlar… Çünkü devleti hasta adam durumuna getirenler kendileri gibi düşünen eski saltanat mensupları, saltanatın yardakçıları, yalaka ve yandaşlarıdır.
“Hasta Adam” deyimine karşı çıkanlar elbette ki vardı ama Sultan ne der anlayışı ile etkin olamamışlardır. Bu yüzden gelmiştir arka arkaya bozgunlar. II. Abdülhamit’in sinsi politikası paylaşmayı sadece geciktirmiştir. Donanmayı Haliç’te tutmayı meziyet sanan bir Sultan, ülkeyi hasta adamlıktan kurtarabilir mi? Kurtaramadı… Sonra gelenler daha da beter yaptılar. İmparatorluk Hasta Adam olarak yaşamaya devam ederken saltanatın sahipleri kendileri de Hasta Adam oldular… Yanlış yönetim, yabancılara teslim olmak, yeni atılımlar yapacak gücü gösterememek; Avrupalı eski düşmanların gösterdikleri dişlerine kendi dişlerini gösterememek ve onların yardımına muhtaç duruma düşmek…
Arka arkaya gelen iki Balkan Savaşı…. Peşinden gelen I. Dünya Savaşı İmparatorluğun daha da kötü günlerle karşılaşacağının habercisiydi… Peşi sıra antlaşmalar Mondros ve Sevr! Ülkenin silahtan, askerden arındırılması, bölge bölge paylaşılması, işgallerin gelişi… İttihat Terakkinin çöküşü, Hükümetin darmadağın oluşu, Sultanın yalnızlığı ve acizliği, Hükümette çeki taşı olanların; Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa’nın ülkeden kaçışları,  Sait Halim Paşa’nın aynı yolu takip edişi!
Osmanlı son günlerini yaşıyor, ha dağıldı dağılacak ortam da Sultan sadece kendini düşünüyordu… İşgal ordularının himayesi ve bilhassa İngilizlerin koruması altında yaşamayı yeğliyor ve bunu kabul ediyordu. Böylesi bir ortamda Suriye Cephesinden gelen Mustafa Kemal Haydarpaşa’dan karşıya geçerken yüzlerce düşman donanmasını görüyor ve yanındaki yaveri Cevat Abbas’a “Geldikleri gibi giderler” diyordu….
Mustafa Kemal, çeşitli oyunlar sonucu kendisini 3. Ordu Müfettişi olarak tayin ettirdi. Hatta yetkilerini kendi yazdı ama yetki belgesini imzalatacak adam bulamayınca sadece mühürletebildi. Gönderilişinin nedeni Karadeniz bölgesinde asayişi sağlamaktı. Yani Rum çetelerin mezalimi karşısında silah kuşanan Türk çetelerini sindirmek ve böylece yabancılar lehine asayişi sağlamaktı. Mustafa Kemal Paşa ise aynı kanıda değildi. Onun tek isteği vardı. Anadolu halkını harekete geçirmek, hasta adamı canlandırarak ayağa kaldırmak ve gelen düşmanı geldikleri gibi göndermekti.
Mustafa Kemal başardı. Allah’ın görevlendirdiği ve aldığı görevi en iyi şekilde yapan bir insan olarak hem yerli uşakları, yalakaları, yardakçıları, işbirlikçileri yendi ve hem de arka arkaya kazandığı zaferlerle düşmanı denize dökerek Cumhuriyeti kurdu. Bunlar olurken Padişah Vahdettin İngilizlere sığınarak ülkeyi terk etti.
Cumhuriyetin ilanına bile karşı çıkanlar oldu! Padişah ekmeği yedik diyenler oldu.  Ama öyle diyenlerin değil, yarını düşünenlerin, tarihi iyi okuyanların yani önder insan Mustafa Kemal’in dediği oldu: TÜRKİYE CUMHURİYETİ kuruldu.
Cumhuriyet bütün kuralları ile Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatına kadar devam etti. Vefatından sonra yakın arkadaşı İsmet İnönü Cumhurbaşkanı oldu. Cumhuriyet sağlam adımlarla tarih yolunda ilerliyordu. Fakat beklenen olay meydana geldi. Atatürk II. Dünya savaşı çıkacağını söylemişti. Bu savaş çıktı. Savaşın dışında kaldı Türkiye! Ama savaşın büyük tahribatı oldu. Bu tahribattan Türkiye’de nasibini aldı. Zira Cumhuriyetin kuruluşunu kabullenemeyenlerin, İttihatçıların geride bıraktığı kalıntılar;  saltanatın etrafını saran ve kendi çıkarını ülke çıkarının üzerinde gören medrese heveslileri boş durmadılar. Yavaş yavaş, alttan alta Cumhuriyetin temel taşlarını örselemeye başladılar. Çok partili döneme geçişle bu daha da hızlandı. Tarikatlar, cemaatler çoğaldı; basın yolu ile de genç cumhuriyete hücuma geçildi.  Gençlik hareketi ve iktidarın demokratik olmayan tutumu 27 Mayıs’ta İhtilâlinin olmasına neden oldu. Darbelerin yolu açılmıştı devam edip durdu…
Geçen yıllar demokrasi adı altına Cumhuriyet değerlerinin ortadan kaldırılmasına kullanıldı. İrtica hortladı, yobazlık aldı yürüdü. Tarikatlar partilerden güçlü hale geldi, cemaatler evlere, mahalle aralarına kadar girdi… Siyasi partiler, tarikat ve cemaatlerden medet umar hale geldi… Tarikatların, cemaatlerin isteklerini emir telakki ettiler. Cumhuriyet döneminde kurulan İmam Hatip Liseleri ve Bilhassa Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile kurulan Kur’an kursları (Nuruosmaniye Camii Kuran Kursu Atatürk izni ve imzası ile kuruldu) cumhuriyet karşıtları tarafından kullanıldı. Dini motifli siyasi partilerin arka bahçeleri olarak kullanıldı. Hatta bizzat Mustafa Kemal tarafından Genel Kurmay Başkanlığından sonra kurulan Cumhuriyetin ikinci resmi kuruluşu olan Diyanet İşleri Başkanlığı da siyasi oyunlara alet edilmeye başlandı ve nihayet bugünkü duruma gelindi.
AKP iktidara geldiği günden bu yana Cumhuriyetin temel taşları ile oynanmaya başlandı, hala devam ettiriyor.. Özelleştirme adı altında hemen hemen tüm kazanımları yerli ve yabancılara satıldı. Alenen Cumhuriyet ve Cumhuriyeti kuranlara saldırıya başlandı. Hükümet Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmeden önce yaptığı konuşmalar, iktidara gelince biraz daha arttı. Ne diyordu: “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye. Yahu bu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek”. Bir başka söylem “Hem laik hem Müslüman olunmaz”, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir lafı koskoca bir yalan. Egemenlik kayıtsız şartsız Allah’ındır”, Yahu bu milletin bütünlüğü Ne mutlu Türküm diyene ifadesiyle sağlanır mı? Osmanlı, 30’u aşkın etnik grubu ümmet düşüncesiyle bir arada tuttu. Biz de inanç birliğiyle tutacağız”  “Elhamdülillah şeriatçıyım”, “İstanbul’un imamıyım”, “Benim referansım İslâm’dır”, “Ata’ya saygı sap gibi durmak değildir”. Elbette ki bu kadar değil söyledikleri, devam ediyordu: “Doğumları yalnız kadın doktorlar yapacak”, Askerlik yan gelip yatma yeri değildir”, “Lan artistlik yapma, ananı da al git”, “Ben Türkiyeli Müslüman’ım”, “Ben ülkenin pazarlamacısıyım” “İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da inancın emrettiği bir gerçek, bir vaka, niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor” tabii daha pek çok söylem….
Bugün Atatürk’ün koltuğunda aynı sıfatla oturan Sayın Abdullah Gül’de zamanında şöyle konuşuyordu: “Laik sistemi kesinlikle değiştirmek istiyoruz” ve “Türkiye’de Cumhuriyet’in sonu geldi”…
Hal böyle iken gelinen nokta ne olacaktı ki? Elbette ki bugün gelinen noktaya varılmış olacaktı. Geldi de: İşte eski Milli Eğitim Bakanının sözleri: “İslam bir yaşam tarzıdır, bütün alanları kapsar. Bu nedenle devletin kadrolarının şeriatçılardan oluşturulması yetmez. Yalnızca yasama ve yürütme erkine değil, yargı erkine ve yaşamın tüm alanlarında karar verme gücü ele geçirilecek, Cumhuriyet düzeni yerine İslam’ı kurallar konulacaktır. Örneğimiz Osmanlı Devleti olacaktır”.
İsimleri anıldığı zaman aydınlık fikirli, ileri görüşlü kabul ettiğiniz bazı kişilerin gerçekte içlerinin kapkara, beyinlerinin aydınlık yerine irin dolduğunu anlarsınız da şaşırırsınız işte böyle bir isim: Ömer Asım Aksoy! Atasözleri ve Deyimler sözlüğünde şöyle yazıyor; “Kız 15 yaşına ulaştı mı evlendirilmeli. Evlendirilmezse anneyi babayı güç durumda bırakacak çok üzücü olaylar çıkabilir. Böyle olacağına kızın ölmesi daha iyidir”.
İşte ülkemizde aydın diye geçinen bir insanın düşünceleri! Mısır’da “8 yaşında kız evlenebilir, ölmüş karısı ile 8 saat boyunca sek yapabilir” fetvası veren zihniyetle bu zihniyet arasında ne fark var ki? Zihniyet olarak hiç fark yok, sadece yıl farkı var. Biri 15 diyor, diğeri 8 yaş diyor. Ama bu ülke elden gidiyor kimse farkında değil… Nereye gidiyor diye kimse sormasın, gidiyor işte. Tekrar Osmanlıya mı gider, yoksa İslami bir başka Cumhuriyete mi onu zaman gösterir. Ama bana Osmanlı daha yakın görünüyor. Zira Osmanlı Sultanları da iki yaşında, beş yaşında, yedi yaşında kızlarını altmışlık, yetmişlik paşalarla nişanlıyor hatta evlendiriyorlardı.
Bu ülke bizim, Cumhuriyet idaremiz, demokrasi şiarımız! Bunların hiç birinden vazgeçemeyiz. Ülkemize, cumhuriyetimize sahip çıkalım ve demokrasiden vazgeçmeyelim.
 

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)