Son Dakika Haberler
“width=“1293

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK (Sarıyer- 1) 11.Bölüm

GÜNBOYU SARIYER’DE DOLAŞMAK (Sarıyer- 1) 11.Bölüm
Okunma : 3.644 views Yorum Yap

Sarıyer’i yazmaya geldi sıra! Demek ki oruç ayında, anormal sıcaklar altında sokakları arşınlayacak, kılı kırk yararak elde edeceğimiz bulguları aktaracağız. Yalnız olmayacağı kesin, yine Suat Uysallar ile dolaşıp duracağız sokak aralarında. Bazen biraz soluklanacak, bazen biraz, birazdan da fazla durup dedikodu yaparak eskileri anacak ve kayda geçmeye devam edeceğiz. Gel de dedikodu yapma? Hadi başlayalım bari:

Bülbül Sokağı Büyükdere’yi Sarıyer’den ayırır. Dar bir sokaktır ama iç kısımlara doğru gider durur. Eskiden içeri girişte sağdaki dalyan evi vardı. Bu evi geçtikten sonra orman içinde bulurdu kendini insanı. Yine sağa dönüldüğünde yüksek duvarlar ve duvar arkasında Ferah Sineması. Ceplerimizden metelik olmadığından bu duvarları tırmanır, Enver Bey’in bağrışlarına aldırmadan filmi seyrederdik. Ama bir gün olan oldu. Baktı ki itlerden aman yok, yapacağını yaptı. Bayram arifesi kaynattığı gibi katranı, sıcak sıcak duvarın üzerine boydan boya döktü. Bizlerde bayram gecesi yeni elbiselerle film izlemeye gidince yine duvara tırmanıp oturduk. Kalkmak istediğimiz ise zorlanıp durduk. Zira yapışıp kalmıştık katranda! Neyse olan elbiselerimize oldu, tabii biraz da azar işittik!

Bülbül Sokağı bülbülü bol olduğu için bu ismi almış olmalı. Bu ismi aldığı için de bu sokağı karşısında ve denize kurulan Dalyan’ın ismi de Bülbül Dalyanı idi. İki çok önemli reisi vardı. Yeniköy’lü Sokrati Reis ve Madenli Tahir Reis! Bular unutulmayacak iki önemli reisti! Bülbül Dalyanı Boğaziçi’nin en büyük dalyanlarından biriydi. Bilhassa Orkinos dalyanı olarak nam salmıştı. Orkinosları rıhtıma sıralarlar ve oradan balıkhaneye gönderirlerdi. Bülbül dalyanı onlarca yıl kuruldu ve 1980li yılların başında kurulmaktan vazgeçildi. Son sahibi Süleyman Hasbek’ti o da satmış olmalı!

Bülbül Sokağı Kazanovaların cirit attığı yerdi. Çoğu kez Bülbül Sokağına girdikten sonra başlardı cümbüş. Bir hevesle baş başa kalanların feryadı duyulurdu birkaç dakika sonra. Oraya gidenlerin amacı sevda olmayınca olan olurdu ve sonunda bir patırtı çıkardı. İş bitirme uğraşı verenle, dikizleme uğraşı verenlerin küfürleşmesi yankılanırdı ağaçlar arasından… Devam edelim isim vermenin ne âlemi var! Olan olmuş, giden gitmiş, kalan kalmış! Şimdi her şey hoş sada gibi!

Geri dönelim Sarıyer’e ulaşmaya çalışalım. Solda Ferah Park Sineması ve Gazinosu! Uzun Yıllar Sarıyer’e hizmet veren bir eğlence merkezi idi yaz ayları için. Enver Bey müthiş bir adamdı kızı ise daha da müthiş! Hem de güzel mi güzel. Yahu nedense çok genç olmasına rağmen hep kendinden 15-20 yaş büyüklerle haşir neşir olur, Sarıyerli gençlerin tepkisini çekerdi. Yaşı 65’e vardığında tekrar düştü Sarıyer’e! Görüştük, konuştuk. Başından geçenleri anlattı. Artık yaşlanmıştı. Sosyete terzisi olan kocası yine terziydi ama kendisi pek çok hastalığı bünyesinde taşıyordu. O eski güzelliği sadece gülücüklerinde kalmıştı.” Nasıl düştün ama! Sarıyer kürkçü dükkânı, biz yine Sarıyerli delikanlı” dediğimizde! Kısa konuştu “Yavaş vatman, inecek var”. Yani Sarıyerli benim, onlarla işim olmaz demek mi istedi ne? Suzan Hanım biri iki sene yaşadı ve göçüp gitti.

Mesarburnu caddesinde ilerliyoruz. Tartışmaya gerek var mı bilmiyorum. Mesarburnu Caddesi mi  Mezarburnu Caddesi mi?  Bizim bildiğimiz Mezarburnu değil Mesarburnu! Çünkü Sarıyer önemli bir mesire yeri.  Mesar mesire’den geldiği için bu ismi almış olmalı! Nereden alırsa alsın biz devam edelim.

 

Mesarburnu’nun en önemli insanı Necmeddin Molla (Kocataş). Yani Abdülhamit dönemi İstanbul Savcısı! Adalet Nazırı ve Sadrazam Kaymakamı! Abdülhamit’e yapılan suikastı soruşturmuş, bir hafta gibi kısa sürede failleri yakalatıp cezalandırdığı için şöhreti yakalamıştı. Bu şöhreti onu başarıya koşturdu. Kocataş Yalısını satın aldığında şöhretinin doruğunda idi. Bu yalıda Atatürk’ü ağırlayıp misafir etti. Burada Atatürk Sarıyerlilere şu önemli konuşmayı yaptı: “Benim için zahmet ediyorsunuz! Bundan mahcup oluyorum. Beni görmek demek behemehal yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir”. Eğer Necmeddin Molla’nın torunu Yusuf Mardin Kocataş Yalısı Anılarım kitabını yazmasaydı bu önemli konuşmanın nerede olduğunu öğrenemeyecektik.

Necmeddin Molla’nın aile şeçeresi hayli zengin. Damatları Ord. Prof. Dr. Ebül-ula Mardin, Muhittin Mardin, Münip Ürgüplü… Torunları da çok önemli isimler. Arif Mardin dünyanın en saygın müzikologlarından biriydi terk-i dünya eyledi, diğeri Türkiye’nin en önemli halkla ilişkiler uzmanı Betül Mardin. Hala dipçik gibi ve ayakta, ders vermeye devam ediyor. Necmeddin Molla yalısı ile ne kadar önemli ise soyadı olarak aldığı Kocataş suyu ile de o kadar önemli. Tadına doyum olmaz Kocataş suyu terk edilmedi ise de bakımsız! Bu su zamanında bulunmaz değerde bir su idi. Necmeddin molla’nın hayratı idi ve kitabesinde şöyle yazıyordu: “Böyle bir abı hayatın koşar insan sesine/Nice Malûle şifa sundu bu mermersine/Suya tarihi düşürdüm getirip bin dereden/Nuş eden Hayri dua eyleye Necmeddine”. Kocataş Yalısı Necmeddin Molla öldükten sonra bakımsızlıktan çöktü sonra da yangın geçirdi. Yakın zamanda da satıldı. Su ve gazoz fabrikaları daha önce elden çıkarılmıştı. Bu konuyu kapatırken hırsızların Kocataş yalına uğradıklarını, önce yalının cümle kapısını çaldıklarını (Bu kapı aylar sonra bulundu ama sonra yine kayıp oldu) sonra da Kocataş Suyu çeşmesinin ayna taşı ile yalağını çaldıklarını belirtmek ister ve yolumuza devam ederiz.

Sırada Balaban yalısı! Görkemli bir yalı! Eser Eseryan isimli bir Ermeni’nindi, Önce Söylemezoğlu daha sonra da Gülağa Balaban’ın eline geçti. Nice İstanbullu sosyete çalıp oynadı bu yalının yüksek tavanlı salonlarında. Yanında Kayseriliyan Yalısı. Bu yalıda çok el değiştirdi. Bu yalıya Uğursuz Yalı da denilir. Çünkü yalıyı alanlar hiç iflah etmediler. Sahibi Varlık Vergisi nedeni ile Aşkale’ye yol yapmaya gidenlerden biriydi. Yalı sık sık film seti olarak kullanılıyor. Yani para basmaya devam ediyor. Armatör Cerrahoğlu’dan sonra Petrolcu Mustafa Vanlı idi sahibi, sonra Günyüz’lere geçmiş halen kimin üzerinde kayıtlı onu da tapudakiler bilir, bizim fazla kaygımız yok! Yalılar arka arkaya gelir. Birbirine bitişik iki yalılardan birinde Lütfi-Behire Hanım Çifti otururdu. Şimdi oğlu Şükrü devam ettiriyor yalıda oturmayı. Yani Türk musikisinin büyük isme Safiye Ayla vardı ya! İşte bu evde yazları geçirir Lütfi ve Behiye Hanıma misafir kalırlar, Sarıyer’in yakışıklı pehlivanı Reşat da kendisini mehtaplı gecelerde sandalla gezdirir berrak sesini dinlerdi.

Sıradaki bina Kaptanyan Yalısı. Kaptan Bey isimli Ermeni bir vatandaş tarafından 1866 da yaptırılmış ve yalı yaptıranın ismini almış. Yalının bir ismi de Sütunlu yalı! Tepeden bakıldığında “Haçı” andırır. Demek ki yaptıran dini bütün bir Hıristiyan’mış. Yalı bilahare elden çıkmış ve Nemlizadelere geçmiş. Sonra da tekrar satılmış ve yalı sahibi Milli Eğitim Bakanlığı olunca binada Sarıyer Orta Okulu olarak hizmete başlamış. Şimdilerde Vehbi Koç Vakfı Lisesi! Ama bir süre önce bir darbe yemiş olacak ki Otelcilik ve Turizm Okulu haline getirildi. Duyduğumuz bu. Yalının çok eski bir fotoğrafı elimize geçti. Hayret ettik. Genel olarak aynı gibi ama hayli değişikliğe uğramış! Bu yalının müdavimlerinden biri eski Başbakanlardan A . Fethi Okyar’dı (1880-1943). Atatürk İstanbul’a geldiğinde A. Fethi Okyar’ı ziyaret ederdi. Bu yalıdan sonra Huzur Apartmanını geçince Remzi Bey Yalısı sıraya girer. Şu eski Sivas Milletvekili!  Hemen bitişiğinde iki kardeş bina! 59 Numarada oturanlardan biri Milis Binbaşı Hacıoğlu Hafız Mehmet Ragıp Efendi. Kuvva-yı Milliyeci! İstanbul’daki silah kaçakçılığı işlerini tamamladıktan sonra Memleketi Rize/Gündoğdu’dan getirdiği çeteci adamları ile Anadolu’ya geçerek Milli mücadeleye katılmış ve Milis Binbaşı rütbesi ve hem de İstiklal Madalyası almış bir milli kahramandı. Milli mücadeleden sonra çok yaşamamış ve 1935 de yolcu esas yoluna diyerek kapadı gözlerini. Son durağı Sarıyer Mezarlığı oldu. Mezardaki kitabesi ne denli kahraman olduğunu anlatıyor. Eski mezar yenilenmiş, ne kadar ilgilendimse mezarı kimin yaptırdığını, ziyaretine kimlerin geldiğini öğrenemedim! Hayret etmemek elde değil! Neyse herkesin gideceği son durak burası, sırasını bekleyen bekleyene! Fındıkçı Ahmet Tecimer de bu binanın sahiplerindendi. Ahmet Bey tam 70 yıl bu binadan saban 07’oo de çıktı ve 07.10 şehir hatlarına vapuruna bindi akşamda Eminönü’nden 18.10 vapura binip 19.10 da yine buraya geldi. Bu bina yanında Sencer’lerin yalısı vardı. Mükemmel Yalı baba öldükten bir süre sonra elde tutulamadı ve satıldı. Son sahibi yeşil sermaye sahiplerinden biriymiş. Yalı milyonlar masraf edilerek yenilendi. İsmini de “İstanbul kulüp” yaptılar. Meraklılar “Acaba”  dediyse de demeyen de oldu! Sakal Dursun bu, yutar mı? Hemen damlamış kapısına. Gelen son model arabaları karşılayan yakışıklı şık giyimli gençlere sormuş “Çocuklar gece kulübü kaçta kapanıyor, oyun var mı, viski veriliyor mu?” Yanıtını almış hemen. “Olur mu amca, biz cemaat toplantılarını burada yapıyoruz”.  Fettullah Gülen Cemaatine aitmiş. Güle güle kullansınlar. Cemaatlerin yığın yığın olduğu bir Sarıyer’imiz oldu: Fettullahçılar, Süleymancılar, Mahmut Efendiciler, Menzilciler daha bilmem neciler! Nerede ise her cemaat kendi dinini yaratır hale gelmiş!

Yeni yalıları tadat etmeye gerek yok deriz karşı tarafa göz atarız. 1911 yılında yapılmış Karakolhane-i Bala,  yani Karakol binası! Bu binanın kendi korundu ise de sağına soluna hayli ilaveler yapıldı. Uzun zamandan beri ordu evi! Bitişiğinde Canlı Balık Gazinosu vardı. Yerle bir edildi ve yerine bir ordu evi daha dikildi. Canlı Balık deyip de geçemeyiz. Burada müthiş anıları vardır Sarıyerlilerin. Mustafa Kemal Atatürk’ün İstanbul’a geldiğinde uğradığı yerdir Canlı Balık. Bir gün Acar motorundan çıktığında kendisine karşılayan Sarıyerliler arasından geçerken bir hanım dikkatini çeker. Yüzünde peçe vardır. O kadının önünde durur ve “Peçeni çıkar at, yakışmıyor. Aydınlık Türkiye’nin hanımları da aydınlık olsun” diyerek ilerliyor. O Kadın Dişçi Hikmet Dişmengil’in annesiydi ve peçesini çıkarıp atıyordu.

Sarıyer Vapur İskelesi tarihi bir yapı! Görev yapmaya devam ediyor. Ne var ki özelleştirme ile elden çıkarıldı. Hemen yanında Sarıyer Mehmet Akif Parkı ve parkın içinde Muhtarlık! Ömer Akyüz,  1994  den beri muhtar. İstemedikten sonra muhtarlığını çok daha uzun yıllar devam ettirir gibi! Parkın karşısında dizi dizi yalılar. İyisi var kötüsü var, tarihi olanı, tarihi konumunu kaybetmiş olanı var. Ama üzerinde durulacak olan restarosyan çalışmaları yakın zamanda biten Sözen Yalısı. Gerçekten süslemeleri ile harika. Bu yalının sahibi Sözen kardeşler. Öğretmen, siyasetçi Meliha Avni Sözen ve eski Van Valisi Ferit Sözen! Rahmetli Başbakan Menderes’in sık uğradığı bir yalıydı. Meliha Avni Hanımefendi iyi bir öğretmen ama daha önemlisi müthiş hitabeti ile kalabalıkları peşinden sürükleyen bir kadın hatipti. CHP de yıllarca görev yaptı ama bir süre suskun kaldıktan sonra saf değiştirdi ve nihayet o da tarihin derinliklerine doğru gitti.

Deniz tarafa gidelim! Koca boş alan yani Kumsal Meydanının deniz tarafı şimdi lokanta ve çay bahçeleri ile dolu. Diğer cephelerinde market, banka ve diğerleri… Yerin büyük kısmı Hukuk Vakfı’nın, bir kısmı Oflu Hacı Hızır’ın. Alanı Hacı Hızır kullanıyor. Üst katta Göze Teras Kafeteryası var. Hayli iyi donanımlı bir yer, ilgi çekiyor. Diğer yanında Mado var. Üst katını kafeterya olarak dizayin ediyorlar. Bütün bu alanın deniz tarafı yazın Sarıyerlilerin yüzme alanı idi.  Şimdi rıhtım. Arka tarafı top oynama ve eğlenme alanı. Çok sonra çay bahçesi yapıldı. Arka köşede kahvehane vardı.

Kumsal Meydanı Sarıyer’in merkezi sayılır. O halde biz de gelin merkezin isminin nerde geldiğini anlamaya çalışalım. Çok değişik söylentiler var. Hangisinden başlayacağız? Önce buna da karar vermek gerekir diyor ve Sarıyer’in antik Çağdaki isminin Simas olduğunu görüyoruz. Simas’in İstanbul’un Avrupa yakasında bir burun olduğu bilinir. Bu burnun da Mezarburnu/Mesarburnu olduğunu anlıyoruz. Ancak Simas’ın anlamına gelince görüyoruz ki Sarıyer ismi yerli yerine iyi oturmuş. Efendim,  Simas’ın anlamı ”Kutlu-Güzel-Akarsu” veya” Kutlu/Güzel-Su- Irmağı” olduğunu Bilge Umur’un kitabından öğreniyoruz. Sarıyer’in Mesarburnu’ndan başlayarak Kocataş Tepesine kadar giden dağ silsilesinin bulunduğu alan Sarıyer’in meşhur kaynak sularının bulunduğu alandır.   İstanbul’un içme suyu en bol olan bir bölgesi olduğuna göre Sarıyer’in ismini Simas’tan aldığı bilahare Simas’ın Sarıyer’e dönüştüğü anlaşılır. Simas söylemi Antik Çağda olduğu gibi Bizanslılar döneminde de kullanılıyordu. Bizansların son dönemlerinde ve Osmanlılar döneminde ise Sarıyer’in ismi Sarıyar olarak geçiyor kayıtlara. Varsın öyle olsun diyoruz ama bir bakıyoruz ki Sarı Baba bağırıp duruyor “Beni atlamayın” diye. Malûm ya Sarı Baba Merkez Sarıyer’de ve Hamam Sokakta bulunan bir yatır. İsmi de Sarıer Baba! Genel kanı Sarıyer’in ismini Sarıer Baba’dan alındığı merkezindedir. Ama unutmayalım ünlü Gezgin Evliya Çelebi de Sarıyer’in ismini Sarıyar olarak vermektedir. Ben Sarıyer isminin Simas’tan geldiğini ifade ederek, konuyu değiştiriyorum.

Kumsal Meydanına gelirken solda Şahbaz’ın bahçesi! Bu büyük alan yıllarca Sarıyer’in bayram yeri olarak kullanıldı. Sonra elde çıktı. Son sahibi Aksoy kardeşler. Şimdi oto park! Alanın Sefir Sokak tarafına fayton arabalardı sıralanır müşteri beklerdi. Her faytoncunun elinde bir kamçı “Deh!” diye bağırdıklarında kamçıyı öyle şaklatırlardı ki benim diyen hanım hayranlıkla bakmadan edemezdi. En namlı faytoncu da Çakal Nuri’ydi. Kırbacı şaklattığında Deli Ahmet şarkı söyletir, Topal Mehmet Türkü yaktırırdı kırbacına! Diğer namlılar Deli Ahmet, Kadir Ağa, Raşit Ağa, Leylek Saim, Kör İbrahim, Paşo Mahmut… Faytonlar çok uzun yıllar Sarıyer’in yükünü taşıdı. Ama Amerikan yardımı gelince yapılan yollarla beraber otomobiller de sökün etti ve böylece faytonların pabucu dama atıldı.

Aman unutmadan yazalım. Üç meslek erbabı daha bulunurdu Kumsal Meydanında. Sahlepçiler, taksiciler ve minibüsçüler. Sahlepçiler kışın icra-i sanat eylerlerdi. En önemlileri meşhur Sarıyer Muhallebicisi Şakir Efendi ve sonra Arnavut Muharrem Efendi ile Arnavut İsmail Efendiydi.

Kumsal Meydanı da hayli değişikliğe uğradı. Bir iki dokunulmayan bina var. Biri Kumsal Arkası Sokak başındaki Orhan Beye ait bina! Vefat ettiğinden keyfini damat Cengiz sürüyor. Damat olunca başkası sahiplenemez ya! Bu binanın altında kahvehane vardı, yine var. Ön tarafında gölgelik sekiz on ağaç ve mükemmel bir çay bahçesi. Dedikodunun daniskası burada yapılırdı. Parti münakaşası, kulüp tartışması sabahlara kadar devam eder, horozlar ötmeye başlayınca eve gitme akıllara gelirdi. Eski günler şimdi aranır oldu. Malum ya televizyon denilen aygıt mertliği bozdu.  İşte Sarıyerli gençlerin toplanma merkezi burasıydı.  Kahve yine yerinde ama bahçesi yok! Olsun ne çıkar birkaç çınar ağacı ve kumsal arkası sokak var ya yeter de artar bile! Sefir sokağa girişteki Sefir Apartmanı da hayli eski! 0turan yok, işyerleri var. Daha ziyade siyasi partiler katlarını işgal etmiş. Yenimahalle Caddesinin sol başında yani Evkur’un sol yanında Namlı Börekçi vardı, sağ yanında büfe/gazete bayii… İkisi de tarihe karıştı. Zamanla yarışmak kimin haddine? Parayı bastıran bu eski binayı satın alınıp yeni devasa bir iş merkezini kurdu bile.

Evkur’un sol yanında yani Yeni Sular Caddesinde Sarıyerli Taksiler sıralanırdı. Yine de var. Ama sayıları hayli azaldı. Taksiler gıcır gıcır yeni. Pek çok iz bırakan taksici vardı Sarıyer’de. Örneğin; Karakaş Hüseyin! Aman yarabbi bir deli belâ! Tulumbacıydı! “Haydaaa” diye nara attığında sesini Büyükdere’den duyarlarmış! Nazif Yardımcılar, Çingine İsmail, Fettah Baba, Haydar Öcal, Muzaffer Yurtseven! Vehbi Koç’un şoförlüğünü yapan Muzaffer Yurtseven maşallah 96 yaşında genç bir delikanlı diyorduk ama hayli zamandır kendisini de göremiyorduk.  İlgilenince öğrendik ki o da sessizce son yolculuğuna çıkmış Allah rahmet eylesin.  Hakkı Canseven, Deli Ahmet’in Mustafa,  Kaf İsmail, Atom Zeki, Arnavut Fehmi, İslam, Ali Rıza. İslam ile Ali Rıza dışında hepsi ecel şerbetini içtiler.

Bahsetmeden geçmek haksız olur! Haydar Öcal’ın ayrı bir yeri vardır… Hayatı gırgıra alan, “Laza bin kızım olsa birini vermem” diyen ama iki kızını da Laz’a kaptıran bir yaman Sarıyerli idi. Taksicilikten sonra kamyoncu oldu, parçacı oldu ve nihayet dükkâna açarak tezgâha geçti. Muzipti, olmadık şakalar yapardı. Şahit olduğum bir olay; kendisi ile ciddi ciddi görüşüyordum “Sarıyer Spor Kulübü Tarihi” kitabım için hazırlık yapıyor,  bazı şeyler soruyordum İki kişi girdi dükkâna. Temiz giyimli, gravatlı ve ellerinde çanta var. ”Teftişe geldik defterlerinizi verin”  dediler . Haydar Öcal hiç istifini bozmadan emreder gibi konuştu. “Hemen arkanızdaki raftan uzun kutuyu veriniz, anahtar içinde” dedi. Adamlardan biri dönüp kutu alıp uzattı. Kutuyu almadı “Açın açın kutuyu anahtarı verin” dedi.  Adam ister istemez kutuyu açtı ve açtığı gibi kutunun içinden bir erkek uzvu dışarı fırlayınca adam elindeki kutuyu fırlatıp attı. Haydar istifini bozmadan, gayet ciddi bir ifade ile “Ne var? Neden korktun?” diye sorunca adamlardan diğeri, “Tamam Beyefendi defterler görülmüştür” dedi çekip gittiler.  İşte Haydar Öcal buydu.

Kumsal Meydanı anlatılır ama günlerini burada geçirenlerin anlatılması zordur. Hemen herkesin ayrı bir dünyası, ayrı bir yeteneği, ayrı bir karizması ve ayrı bir hayat anlayışı vardır.  Faytoncuları saydık yaşayan kalmamış aralarında, taksicileri yazdık sadece iki kişi kalmış ayakta! Aslında, taksici var da eskisi gibi değil. Hani şöyle 20-30 yıldır aynı durakta çalışanı yok. Hepsi gelip geçici! En eskileri Erol ile Ayhan!

Minibüsçülere ayrı bir paragraf açmak gerekir. Zira ilk kez Sarıyer hattında görüldü bu taşımacılık. 1960 yılının yazında bir iki vasıta ile işe girişildi. Büyük uğraşlar sonucu hat izni alındı. Altmış yıl devam etti. Metro açılınca da Sarıyer-Taksim hattı iptal edildi. Kocakafa Adnan, Deve Ali, Reşit, Arnavut Fehmi, Dayı Mahmut, Ayı Nedim, Oflu Naci; sonraları Aycan, Hamdi, Kasap Bülent ve diğerleri minibüsçüler olarak gidip geldiler Sarıyer-Taksim arasında. Pek çoğu aramızdan ayrıldı. Hepsine Allah rahmet etsin derken, minibüs duraklarının da Kumsal meydanından kaldırıldığını, sadece Baltaliman hattının yan sokak başında kaldığını hatırlatmalıyım.

Kumsal Meydanı ve çevresinin renkli insanları olduğu gibi renkli mekânları da vardı. Örneğin; Salih Efendi’nin kahvehanesi, Kepçe Necdet’in Lokali! Kepçe Necdet yaman bir Sarıyerli. On yıla yakın askerlik yapmış ama doyamadan terhis olanlardan.  Herkese inanır, kahvehanesinde çalışan garsonlara güvenmezdi. Bir gün erkenden birlikte maça gittik. Akşam’a yakın döndük. Kahvenin içine girer gitmez ocağa gitti ve ocakçı ve garson olarak tek çalışan Adıgüzel’e göstermeden bir avuc çay markasını kullanılmış çay markası kutusuna attı. Sonra bana dönüp “Bugün beş altı saat yoktuk, beni bu kadar çarpmıştır” dedi.  Gel de düşünme, gel de gülme! Karşı köşede Burhan Baştimar’ın dükkânı! Sahip değiştirdi ama aynı işi yapıyor sayılır. Çaprazında Namlı Börekçi! Yenimahalle Caddesi üzerinde Terzi Cemal, Ayhan Erman, Yağcı Haydar Öçal ve Sarıyer Muhallebicisi Şakir Efendi’nin  dükkânı!  Daha ileride Arnavut Bakkal!  Karşı tarafında Şekerci İbrahim ve Fırıncı Hasan Efendi, Kurukahveci Şeref! Bu dükkânlar Sarıyer’in nabzının attığı yerlerdi. Elbette ki deniz sahilinde ve diğer sokaklarda da vardı böyle merkezler. Her birine ulaşmak çok zor, kapsam dışına kalır pek çoğu.

Şekerci İbrahim’e ayrı bir paragraf açmak gerekir. Hayatın zehrini içmiş ve kendinden geçmiş bir gayri menkul gibiydi. Ne yalnızlığı sever ve ne de kalabalıktan vazgeçerdi. Kalabalığı görünce coşar, yalnızlıkla baş başa kaldığında mehtabı meze yapıp rakıyı su gibi içerdi. Sonra  ne mi olur?  Elbette ki kendinden geçerdi. Halk şairi idi. Veluttu, hazır cevaptı. Bir gün Dayı Mahmut siyah beyaz renkli köpeği ile karşı kaldırımdan geçerken söyleniyordu:  “Şekerci İbrahim’in gözleri yaşlı/Aman Allah’ım bu kedi Beşiktaşlı”.  Her karşılaştığında Muhtar Şeref Torun’a takılır dalgasını geçerdi “Ulan Şeref Torun/ Nerdedir senin zorun/Ötmez olsun/Arkandaki borun”. Bir gün Berber Recep’te tıraş olurken sular kesildi. Berber Recep yüzünü yıkayamayınca İbrahim hemen hicvi patlattı: “Ey namussuz musluk, ettin bana orospuluk”. Manav Halil’den bir karpuz alır. Halil’e “Aman ha iyi bir şey olsun” der. “İyi” derler karpuzu eline verirler. Dükkâna gidip karpuzu keser. Rezalet! Karpuz  kabak mı kabak; ne renk ve ne de tat. Karpuzu kaptığı gibi Manav Halil’in dükkânına koşar ve fırlatıp yere atarak “Karpuzların oldu dillerde pelesenk/Bunu mu verecektin bana pezevenk” diye bağırır.  Şekerci İbrahim’i yazmaya devam edemeyiz, ziya konu ile ayrı bir çalışmamız var.

Kumsal sahili bilhassa II. Dünya Savaşında önem kazandı. Çocukluk zamanımızda yüzdüğümüz bu sahillerde 1943/1944 yıllarında Alman askeri cesetlerine rastlandı sık sık. Cesetler buradan alınıp götürüldü ve gözden uzaklaştırıldı. Yıllar sonra bu cesetlerin Tarabya’daki Alman Büyükelçiliği Yazlık binasının bahçesinde gömüldüklerini öğrendik ve gidip gördük. Fotoğrafladık, toprakları bol olsun diyelim ve devam edelim.

Sarıyer’in Yenimahalle Caddesi taaa Yenimahalleye kadar sağlı sollu akasya, dışbudak ve çınar ağaçları ile doluydu. Bu durum caddeye ayrı bir güzellik veriyordu. Şimdi cadde yaşını başını almış sıska bir ihtiyar gibi, çelimsiz ve sevimsiz!

Yeni Yol Caddesi şimdi Şehit Mithat Caddesi oldu. Sarıyerli delikanlı Astğ. Mithat Yılmaz, Güney Doğuda vatani görevini yaparken PKK tarafından şehit edildi. Sarıyer Belediyesi de bu genç kardeşimizin adını bu caddeye vererek ismini ölümsüzleştirdi. İyi de etti. Merkez Sarıyer’in can damarı bu caddedir. Eskiden cadde olan Dereboyu Caddesi ile ışıklarda kesişiyor ve tek cadde olarak mezarlıklara kadar gidiyor. Dereboyu Caddesi tabii ki bu birleşmeden darbe yedi ve adı Dereboyu Sokağı oldu. Şehit Mithat Caddesi en işlek cadde! Sağı solu işyeri ile dolu. Hemen her ay bir iki işyeri, işler çok iyi gittiği için (!) iflas bayrağını çekiyor ve %50, %70 ucuzluk yaparak piyasadan çekiliyor! Ama işi iyi olanlar da var. Unutulmasın, geçimini kiraya bağlayanlar gerçekten iş yapacaklardan yüksek kira ödemesini istiyorlar.  İş yapmak isteyen bir iştahla kiralıyor bir iki ay sonra “yandı gülüm keten helvam” diye feryat ediyor.  Hatırlatmayı yararlı görüyorum; bazı işyerleri oturmuş durumda, yılların deneyimi ile başarılı, bir de gırtlağa dayalı işyerleri var onlar da geçiniyor, taksitle satış yapanlar da ehhh! Acaba bu caddeye Bankalar Caddesi mi desek? Hemen hemen her bankanın bir şubesi bu cadde üzerinde! Fazla işyeri yok, fazla iş yok ama her bankanın bir şubesi var Sarıyer’de bu işin içinde bir bit yeniği yok mu?

Sarıyer çarşısı içinde biraz dolaşalım bakalım neler oluyor. Atatürk’ Heykelinin olduğu alana yeni isim verildi ve ismi Atatürk Meydan’ı oldu. Oldu ama ne oldu? Yıllar önce konular ve aslına uygun olmayan bir Atatürk heykeli koydular. Yıllardır değiştirilemiyor. Yahu bir heykel yaptıramayacak kadar fakir mi Belediye? Halk duyarsız, yetkililer sağır, kimse ırgalamaz ne kadar bağırırsan bağır deriz ve yolumuza devam ederiz.  Hemen belirtelim, incik boncuk satanlar bu alana biraz incelikte getirdi.  Ortaköy’e benzerlik arz ediyor gibi ama çok daha eksiği var. İstanbul B.Ş. Belediye izin verirse belki ufak tefek ilavelerle çok daha cazip hale gelir! Anlamadığımız bu alanın cemaatler tarafından nasıl kullanıldığıdır. Üsküdar Belediyesi’nin Sarıyer’de ne işi var? Park Büyük Şehir Belediyesi’nindir de Sarıyer Belediyesini engelle iş yaptırma ama Üsküdar Belediyesine, cemaatlere peşkeş çek! İyi be!  Ohh ne alâ!

Bu mevkide “Benim unutmayın” diye bağıran en önemli müessese Sarıyer Muhallebicisi! O kadar büyük şöhreti vardı ki anlatmakla tanımlanamaz. Ne oldu? Önce Şakir Bey, sonra da Resai dünyadan göçünce, 1928 yılında kurulan müessese genç kuşağın ani kararı ile adeta berbat edildi. Koskoca Sarıyer Muhallebicisi bir hafta da kiralandı ve koca bina Burger King müessesesine dönüştü. Bu Meşhur Sarıyer Muhallebici imajına sert bir tokattan başka ne olabilir. Her ne kadar yandaki binaya Muhallebi ve börek sıkıştırıyorlarsa da eski havası yok ki? Dondurma tamamen terk edildi. Maddi durum tabii ki tartışılmaz işimizde değil ama atçılık yapan Yusuf Göçmen’in sahip olduğu at 2012 Gazi Koşusunu kazanında Sarıyer’e bir ilk getirdikleri için yine de alkış aldılar.

Sarıyer eskiden Balık, börek, muhallebi ile anılıyordu. İki yıldır slogan değişti. “Balık, börek ve bal” oldu. Ne var ki bazıları bu sloganı “Balık, börek, bal ve K1” olarak söylüyor ne demekse! Demek ki unutulmak hiç de iyi değilmiş!

Sarıyer Deresinin üstü 1967 yılında kapatılmaya başlandı. Her dükkânın, her evin önünde bir ağaç vardı. Önce onlar kesilip ortadan kaldırıldı, sonra da derenin üzeri kapatıldı. 1970 yılına gelindiğinde,  dere mezarlıklara kadar kapatılmış oldu. Uzun bir süre böyle kaldı ama birkaç yıl önce derenin geri kalan bölüme de kapatıldı. Bu kapanma ile neler oldu bir bakalım: Sarıyer’in deresinin akışı, Aralık Suyu önündeki ışıklardan değiştirildi ve kumsal tarafına verildi. Bu yanlış. Zira yağmurlar Sarıyer birkaç kez talan etti. Sonra akılları başlarına geldi ve kapatılan derenin bir bölümü açıldı. Derenin yeni akış yolunun değiştirilmesi Mehmet Akif Ersoy parkından verilmesi yanlıştı ve yanlış plan tutmadı,  düzeltilme yoluna da gidilmedi. Deniz seviyesini beş altı metre aşağıdan aldılar. Oysa Sarıyer’in deniz seviyesi top sahasına kadar elli santim bile değil! Hal böyle olunca dere suyu akış yapmadı ve yığılma oldu. Çünkü deniz suyu taaaa mezarlıklara kadar geldi akışı önledi. Sorun üzerine sorun!

Gelin biraz da deniz sahilinde tur atalım. Bakalım neler oluyor. Atatürk heykelinin hemen yanından ilerliyoruz. Balık lokantaları. Asla eski havasında değiller. Millette para yeteri kadar olmayınca dışarıda yemek yiyecek insan sayısı da hayli az oluyor. Dalphin Balık ilk sıradaki lokanta sonraki Kaptan Restaurant! Bu restaurant daha çok eşi dostu ağırlıyor. Her ne kadar ağır müşterileri de varsa da eş dost olanlar daimi! Yanında Aquarius Restaurant var. Biraz daha dışa dönük! Avantajı turist kafilelerine hizmet etmesi! Emine Kav’ın yeri kafeterya havasında! Ancak balık yemeği ağırlıklı! Günlük müşterileri hep belirli insanlar. Kav kafeteryası denildiğinde ayrı bir kültür olduğu ortaya çıkar. Bunu da iyi algılamak gerekir. Yoksa yanılır insan. Burada ve arka kısımdaki iki üç masa feylesofların, dâhilerin, dehaların, teorisyenlerin, profesörlerin, halk okulundan yetişenlerin, boka çomak sokanların, dünyayı yeniden kuranların, günlük yaşamları günün koşullarına göre kuranların yeridir. Tartışma, atışma, bağrışma var, kırılma, darılma, alınganlık etmek yok! Emine Hanım işi iyi götürüyor. Hem titiz ve hem de hoş görülü. Tartışmalara yaklaşımı, katılımı ile de çok başarılı. Kav’ın bitişiğinde Cevat Hoca’nın yeri! Balık madrabazı idi meslek değiştirdi. Hocalığı kingboks öğretici olmasından geliyor. Bir hocadır lafı aldı başını gidiyor… Kendisi de gidiyor. En çok üç dört masalık yeri vardı. Masa sayısı arttıkça arttı. Nerede ise cami önünü tamamen kaplayacaktı, birileri çıkıp “Dur” demiş olacak ki şimdilik durdu. Ama ilerleyebilir, gün iş bilenlerin günüdür. Cami önü, emeklilerin, emekli balıkçı reislerinin, boşta gezenlerin ve o gün için işi olmayanların durak yaptıkları bir yerdir. Buranın da sahipleri vardır. Bunlar konuşur, bağırarak konuşur, sessizce konuşur; hiddetli, şiddetli konuşur ama konuşur. Araya girenler olursa da en çok bağıran her zaman kazanır! Hava budur! Burada da dostluk ağır basar, hiç kimse karşısındakine bu kadar malı mülkü edinirken ne kadar vergi verdir diye sormaz! Hoş sorsalar da yanıt gelmez ya! Sadece köşeyi dön denir o kadar. Hep böyle değil midir? Ben buradaki bir tartışmada, bir arkadaşın verdiği fetvadan İsmet Paşa’nın asker kaçağı olduğunu öğrendim. Adam hem İsmet Paşa diyor hem de asker kaçağı olduğunu söylüyor.  Söyler,  neden söylemesin? Dinleyen olduktan sonra, dilinde kemiği olmayınca söyler durur! Bu işe uzun bir yuuuuuuuhhhhhh çeker yolumuza devam ederiz.

Balıkçılar çarşısı Sarıyer’in merkezi olarak kabul edilirdi. Tarumar edildi. Ne balık satıcısı kaldı, ne de balıkçılar çarşısı. Taşiskele Parkı yeni yapılırken güzel bir balıkçılar çarşısı yapıldı ama uzun ömürlü olmadı belediye tarafından yıktırıldı. Bu ara kulübün kafeteryası da güme gitti. Oysa yıkım emri yoktu. Akıl edilip içerden bir duvar çekilseydi veya ilgililer tarafından ikaz edilseydi kurtarılırdı. Ne oldu bir yıl öyle kaldı, sonra yeni bir kafeterya yapıldı. İtirazlar, ihbarlar gırla gitti. Tanıdık, tanımadık, eş ve dost birçok kişinin ihbar mektubu! Olacak iş mi? Oluyor işte. Ama iş kotarıldı. Herkesin bir adamı olabiliyor!

Sarıyer Spor Kulübü kafeteryası iftihar edilecek bir yer. Denizle iç içe! Çayın demi ve denizin iyot kokusu yeterli oluyor gençleşmeye! Burası bir yerde toplanma merkezi gibidir. Sarıyer dışından hatta yurt dışında gelen müşterileri vardır. Genelde Sarıyer dışından gelenler, ya da Sarıyer’in üst kısımlarından gelenler denize nazır yerlere konarlar. Sarıyerli hanımefendiler ya ilk girişte ilk bölümde otururlar ya de dış kısımda. Yabancı ile yerli halkın birbirine nasıl kaynaştığını görmek burada mümkündür. Hem öylesine bir kaynaşmak ki hayret etmemek elde değil! Kulüp adına Eyüp Odabaşı işletiyor burayı.

Büyük paralar masraf ederek yeniledi kafeteryayı. Kışın bile sevimli bir yer haline getirildi. Böyle bir eseri yarattığı için Eyüp Odabaşı’yı, kardeşi Arif’i ve dahi yakışıklı müdürü Semih’i kutlamak gerekir. Buradan kolay çıkmak olmaz deriz. Zira bir iki masa var ki bu masaların etrafına oturanlar hep aynı saatte damlarlar kafeteryaya… Atış serbesttir. Herkes istediği konuşur, bok atar, atraksiyon yapar, kızar-kızdırır, hatta birkaç saatliğine, ya da bir iki günlüğüne darılır ama sonra yine barışır! Çünkü kotarılan olay incir çekirdeğini doldurmaz cinsindendir. Benim bütün günüm burada geçer. Bizi adam yerine koyup da her hangi bir şey için danışmaya, konuşmaya gelenleri burada ağırlar, burada kendilerini bilgilendiririm. Patronu ile müdürü ile garsonu ile kahrımı çekerler…

Ama illâki Başkan Tahsin Salihoğlu, lider bokçu Şükrü Denizeri, kardeşim diye şemsiyesi altına aldığı Arif Odabaşı, Saha Komiseri İhsan, Aycan Cep, ekibi tamamlayan Suat ve Hakkı Hoca,arada bir uğrayan Eyüp odabaşı, her gelişinde yeni sloganlarla harikalar yaratan Sakallı Dursun, gırgırın-şamatanın usta ismi Mehmet Salih Aslan,  Arif ile at başı yarışan Mikro Mustafa  (Torlak) kafeteryanın unutulmazları… Diğer masalar da yabana atılmaz ama neyse bir iki daha tadat edelim: Gazcı Selim, Karga İbrahim, Kamil, Hüseyin Balaban, Hoca Basri Çamçakal, İzzet Atkoşturan ve bir diğer grup; Dr. Mehmet Bayraktar, Tayfun Girit, Kenan Kethüda, Eyüp Şengün, Burhan Salcı,  ve diğerleri… Bu ekiplerde süper isimler, unutulmaz senaryolarıyla Şükrü Deniz Denizeri, Tahsin Salihoğlu Gazcı Selim! Hemen hatırlatmalıyım bu işte yerel olarak en ilerde Tahsin Salihoğlu ile Gazcı Selim ama uluslar arası alanda ise Şükrü Denizeri, Eyüp Odabaşı at başı yarışıyor, Canko Erdoğan’da onlara yetişmeye çalışıyor. Bize de seyretmek düşüyor!!!

Buradan arka tarafa geçelim. Yeni açılan Find Table Cafe Recep Yıldız ile eniştesinin oğlu İsmail Deniz’in. Maaile çalışıyorlar. Hayli masraf ettiler, iyi tesis kurdular inşallah kazanır da rahatlarlar. Sarıyer’in böyle bir tesise ihtiyacı vardı. Yerine getirdiler ama bir isim koydular ki rezalet. Yahu nereden çıktı Find Table Cafe! Nargile İçenler Meclisi deseydiniz daha iyi olmaz mıydı? Neyse! Bitişiğinde Nuri Baba Balık lokantası, o da iyi! Yanında Puplic kafeterya. Oturdu, gençlerin rağbet ettiği bir yer oldu. Onun yanında yeni bir tesis: Cafe Saraylı! Kumsal Meydanı’nda Hacı Hızır’ın yerindeydi. Para ağır gelince “Çık” denildi, o da isteği yerine getirdi çıktı ve yeni bir yer açtı. Kayıkçı Ahmet’in çocuklarının işlettiği yerin altı yedi metre karesi tapulu diğeri vakfın yeriydi, önce tapulu yeri aldı sonra da vakfın yerini kiraladı ve kafeteryayı açtı. Tutar mı? Tartışmaya bile gerek yok, çünkü işin ehli bir insan Saraylı İsmail. Hele şu ramazanı bir atlatalım, gider çayımızı yudumlar, hal hatır sorarız.

Saray Arkasına fazla dalmaya gerek yok. Çünkü fazla bir değişiklik yok. Tek önemli değişiklik Sarayın üç bölümünün de teker teker aynı kişi tarafından satın alınmış olması!

Urcan Balık Lokantası’nın ana binası da artık yok. Kardeşlerin kıyasiye mücadelesi sonunda elden çıktı.  Sonunda bina müthiş bir şekilde yenilendi ve Mc Donalds ‘ın şubesi açıldı. Hayırlı olsun.  İstanbullular artık Taş Taskele parkına balık almak için gelmeyecek…  Sarıyer’in namlı madrabazları artık balık satışı için mezada giremeyecek. Girse ne çıkar ki? Yok ki böyle bir imkân ve böyle bir mekân! Belediye Başkanı Şükrü Genç hiç olmaz ise kışlık dört beş tezgâhlık bir yer yaptı ise de tezgâh sahipleri tezgâhları hoyrat kullanınca, gereken temizliğe ve çevrenin derli toplu olmasına riayet etmeyinc e tezgâhları kaldırmak zorunda kaldı. Belki de iyi etti. Çünkü bazen iyilikten maraz doğuyor. Yaranmak ve beğenilmek zor! Bakalım bu yaz sonu ne yapacak? Tezgâhları yine koyacak mı?

Sarıyer’in küçük limanı daha ziyade barınağı çok eski ve önemli bir tarihi eserdi. 1999 da tarihi eser olup olmadığına bakılmadan yerle bir edildi ve liman biraz büyütüldü. Peki ne oldu? Büyük balıkçı teknelerine Palamar bağlama yeri yapıldı sanki. Tüm balıkçı tekneleri orada, nefes almak adeta izne tabi!

Sarıyer’in önemli tarihi eseri Ali Kethüda Camii! Her ne kadar Sultan II. Mustafa döneminde yapıldığı söyleniyorsa da denk gelmiyor. Sultan III. Mustafa Dönemine denk geliyor. Kim yaptırmış olursa olsun 400 yıllık tarihi bir cami. Çok ışıklı, bakımlı, sevimli ve göze hoş gelen bir camii idi. Hacı Ömer vefat ettikten sonra bakım yapılamadı. Çünkü para yatıracak hayırsever çıkmadı. 1999 da gelen bir zelzele sonrasında minare 20-25 derece, gövde 25-30 derece yana yattı. Nihayet üzerine gidildi, onarım izni çıktı, çalışılıyor. Cami karşısında bir duvar çeşmesi. İsmi Mesut Ağa çeşmesi ama halk dilinde Abbas’ın çeşmesi olarak biliniyor.

Çeşmeyi 1639 da Mesut Ağa yaptırmış ve kitabesini de yazdırmış. Fırıncı Abbas 1947 yılında çeşmeyi onarınca ve kitabeyi de hazne kısmına almış ve yerine yeni kitaba yazdırınca çeşmenin ismi de “Abbas’ın Çeşmesi” olmuş. Bu çeşmenin bir başka ismi de “Üç Lüleli Çeşme”dir. Suyu devamlı üç ayrı lüleden akardı. Üç lüleden yanlardaki iki lüle duruyor ama su akışı yok. Orta lüleyi kaldırdılar musluk taktılar. Musluktan su akışı var. Yenimahalle Caddesi üzerinde Sarıyer’in tarihi hamamı! Hamam 1600’lı yıllarda yapılmış, vakfedilmiş sonra da nasıl oldu ise Hamamcıoğlu ailesinin eline geçmiş. İşletmecisi Mustafa Korkmaz. Hamamın önünde büyük çınar ağacı, hamamın duvarlarına zarar verince kesme yoluna gidildi. Hayli uğraş verildikten sonra kesildi. Önceki tespitlerimiz bu çınar ağacının yaşının 200-250 civarında olduğu şeklindeydi.

Ne var ki, Mustafa Korkmaz’ın oğlu Hasan’ın bana gösterdiği bir Sarıyer fotoğrafında bu ağacın bulunmadığını gördük. Fotoğrafta hamam, çarşı ve cami görünüyor ama ağaç yok! Fotoğrafçılık Türkiye’ye 1852 de geldi. O dönemde fotoğraf çekilmiş olsa bile ağacın yaşı tespitlerimize uymuyor. Oysa fotoğrafın çekiliş tarihinin 1910-1915 tarihleri arasında olduğu kanısı güçlü. Hayret değil mi? Ne kadar da anormal gövde yapmış ağaç.

Sarıyer’in simgesi tarihi Karaköy-Sarıyer börekçisi de iflas bayrağını çekti. Hasan Efendi’nin küçük oğlu Hüseyin para saymasını unutmuş olduğundan anormal borca girmiş ve bir günde müessese elden çıkmak üzere iken kendisine yeni yeni ortaklar aramış ama borçlar ortakların cebinde patlamış. Koca müessese elden çıktı, ortaklar perişan, Hüseyin meydanda yok! Meşhur börekçiyi eski çalışanları satın almış az bucuk toparlanmış, çalışıyor… Ayrıca iki Ekmek fırını! Biri devamlı sahip değiştiriyor. Abbas’ın fırınına üst üste yeni sahipler geldi. Yine de Sarıyer fırınları iyi ekmek çıkarıyor. Bir yeni değişiklik ise pastaneler. Sarıyer’de sayısını bilemediğimiz kadar pastane açılışı yapıldı. En yenisi Dilek Pastaneleri Sarıyer Şubesi! Torpilli olmalı ki önüne İstanbul B.Ş.B. tarafından Cep ve geniş tretuvar yapıldı. İleride solda Göze Pastanesi. Şehit Mithat Caddesi üzerinde Paşa Fırını, Şuşoğlu ve Pamuk Pastaneleri. Hava öldürücü sıcak olmasa da sokak aralarına dalsak, belki de bir iki pastane daha bulabiliriz.

İbrahim BALCI

Yazının Devamı. Sarıyer -2 

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)