Son Dakika Haberler

HAİNLER- 7 – İbrahim Balcı

HAİNLER- 7 –  İbrahim Balcı
Okunma : 1.218 views Yorum Yap

ibalci Hain- İhanet; Hainler-İhanetler… Hain olmasa ihanet olmaz! İhanet edilmezse de hain ve hainler olmaz. Ama haini, yani ihanet edeni bulmak o kadar güç değil. Tarihe bakıldığında peşi sıra gelirler. Sanki lokomotife takılan katarlar gibi arka arkaya dizilirler. Bir değil, on değil; yüzlerce, binlerce, milyonlarca bulunur…  İhanetin ne olduğuna bakılır! Neye, niçin ve ne zaman ihanet edilmiştir. Neye, niçin ihanet edildiği saptandığında hainleri bulmak da kolaylaşır…
Dün Osmanlı hanedanına, saltanata, saraya yapılan en ufak hareket ihanetin büyüğü sayılırdı. Bunu devlet malını zimmete geçirmek, rüşvet almak, düşmanla işbirliği yapmak takip ederdi. Şeyhülislamlara karşı hareket, sadrazam ve vezirlere karşı alınan tavır; dedikodularla Sultan’a kadar ulaşırsa bir ihanet belgelendi demektir… Bu nedenledir ki Osmanlı Devletinde olan ihanet kadar ve hain kadar hiçbir devlette olmamıştır.
Günümüzde de böyle değil mi? Ama bir farkla; günümüzde hainlerin cephesi yok! Hepsi iç içe, hepsi birbirine karışmış! Hangi taş kaldırılsa altında tonlarca hain çıkar, ihanet belgelenir. Ama bu dönemde cepheler belirli; siyasi partiler, dışa bağımlı kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, cemaatler… Ve kişisel de olca çok becerikli olanlar ile işirlikçiler…
Burada keselim! Devam edecek olursam günümüzde ihanet edenleri de sıralayıver diye seslenenler olur… Tabii ki onunda zamanı var!
İhanet ettiği için boynu vurulan bir kişi var ki ona ihanet etti diyebilmek için izandan ve akıldan noksan olmak gerekir… Böyle bir insan devletine ihanet edebilir mi? Böyle bir adam hain olabilir mi? Olabiliyormuş demek! Bakalım bu hain kim?
piri-reis-(1)  Karamanlı Hacı Mehmet’in oğludur Ahmet Muhittin Pîrî… Amcası ise namlı denizcilerden Kemal Reis’ti. Aile Karaman’dan İstanbul’a göç etmiş, bir süre kaldıktan sonra da Gelibolu’ya yerleşmişti. Ahmet Muhittin Pîrî denizciliğe amcası Kemal Reis’in yanında başladı. Akdeniz’de 1487-1493 yılları arasında korsanlık yaptılar. Vurdular, kırdılar, esir ve haraç aldılar. Dur durak bilmediler; Sicilya, Korsika, Sardunya ve Fransa kıyılarına üst üste akın düzenlediler. İspanya’da Endülüs Müslümanları zor durumdaydı. Gırnata’ta Müslümanlara katliam yapılıyordu (1486). Gırnata Müslümanları Osmanlı Padişahından yardım istedi. O sıralarda Osmanlı’nın denizde donanması yoktu. Ama denizlerde dolaşan Türk denizciler vardı. Kemal Reis’ten yardım istendi. Kemal Reis isteği kabul etti ve Osmanlı Devleti sancağını arma olarak kullanarak İspanya’ya gitti. Orada ölümle yüz yüze olan Müslümanları kuzey Afrika’ya taşıdılar. II. Beyazıt donanma kurmak için korsanlık yapan Türkleri donanmaya katılmaya çağırdı. Hemen İstanbul’a gelip Osmanlı donanmasının resmi hizmetine girdiler (1495). Gelişen, tecrübe kazanan Ahmet Muhittin Pîrî, bundan böyle Pîrî Reis olarak isim aldı ve Sefer Kaptanı oldu.  Moton, Koron, Navaris, Midilli ve Rodos seferlerinde görev aldı. Seferleri sırasında gördükleri yerleri, yaşadığı olayları tespit etti. Sonra meşhur kitabı olan Kitab-ı Bahriye’yi yazdı. Dünya denizciliğinin ilk kılavuz kitabı olan bu kitap Türk denizciliğinde bir devrim yarattı. Pîrî Reis’in amcası Kemal Reis öldükten sonra Barbaros Hayrettin Paşa’nın kumandası altına girdi.  Sefere çıkmaktan çok, mesken tuttuğu Gelibolu’da bulundu yazmakta olduğu kitabı üzerine çalıştı. Kitaptan sonra çalışmalarını harita üzerine yoğunlaştırdı ve 1513 de ilk dünya haritasını çizdi. Atlas Okyanusu, İber Yarımadasını, Afrika’nın batısı ile Amerika’nın doğu kıyılarını kaplayan haritayı çizdi. Padişah tarafından kendisine armağan olarak iki savaş gemisi ve Derya Beyi (Albay) unvanı verildi. İskenderiye’nin ele geçirilmesinde gösterdiği başarı nedeni ile Padişah Yavuz Sultan Selim’in övgüsünü kazandı. İşte bu sefer sırasında Padişah’a yani Yavuz Sultan Selim’e yaptığı haritayı sundu. Pîrî Reis 1528 de çok daha detaylı olan ikinci haritasını Sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’nın delaletiyle Padişah’a takdim etti. Barbaros Hayrettin Paşa Kaptan-ı Derya olunca Pîrî Reis’te Sancak Beyi oldu. Barbaros Hayrettin Paşa ölünce de Mısır Kaptanlığı görevine layık görüldü. Pîrî Reis Umman ve Basra üzerine çıktığı seferde Hürmüz kalesini kuşattı. Portekizlilerden aldığı haraç karşılığı kuşatmayı kaldırdı ve donanma ile birlikte Basra’ya döndü. Tamire muhtaç donanmayı Basra’da bırakıp ganimet yüklü üç gemi ile Mısır’a gitti. Gemilerden biri yolda battı. Pîrî Reis’in donanmayı Basra’da bırakarak Mısır’a gitmesi kusur sayıldığı için Mısır’da hapsedildi. Basra Valisi Kubat Paşa’ya ganimetten istediği haracı vermemesi, Mısır Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın politik hırsı yüzünden hakkında Padişah Kanuni Sultan Süleyman’a olumsuz bilgiler verildi. Padişah olayın üzerinde durmadı, soruşturmadı ve 1554 de verdiği fermanla Pîrî Reis’in boynunun vurulmasını istedi. Padişah Kanuni Sultan Süleyman bu, istediğine karşı durulabilir mi? Padişah’ın İsteği hemen yerine getirildi ve Pîrî Reis boynu vurularak öldürüldü (1554). İşte ibretle bakılacak bir olay bu! Yaptıkları ile denizcilikte devrim yaratan bir büyük reis, yoktan yere boynu vurularak öldürülüyor ama öldürülmesine neden olarak da Devlet’e ihanet ettiği gösteriliyor. İşte Osmanlı Devleti! Acaba ihanet eden kim? Piri Reis mi? Onu dedikodu kazanı içinde kaynatanlar mı? Ne yazık ki Osmanlı aşçısı aşçı değil ki çorbanın zehirli olup olmadığını anlayabilsin?
Sultan deli olunca aldığı kararlar da delice oluyor. Hiç yoktan verdiği fermanla olmadık işler yaparak tarihe geçiyordu. Sultan Deli İbrahim de bunlardan biridir. Zamanı geldi öyle bir karar verdi ki Salih Paşa denen zat bugünkü ifadeyle bok yoluna gitti…  Salih Paşa Boşnak’tı ve diğer Boşnakların geçtiği yollardan geçerek adım adım yükseldi. Önce Sarayın ahır hizmetleri için görevlendirilerek İmrahor oldu. Sonra ki hedefi Yeniçeri Ağalığı idi bu makama da tırmanmakta gecikmedi. Yavaş yavaş son amaca doğru gidiyordu ve Kubbe veziri oldu (1644) bir yıl sonra da Sadrazam olarak mührü eline aldı. Kısa sürede yükselen Salih Paşa bu doludizgin gitmesinin nerelere kadar varacağını düşünmüyordu bile. Padişah Sultan İbrahim “Deli” olduğundan ne yaptığını bilmiyordu. İşi gücü bırakmış kendisini okutacak hoca arıyor, cinci hocalardan medet umuyordu. Baş ağrısı illet halini almış, buna bir de iç sıkıntısı eklenince dayanılmaz haraketler yapıyor ve ses çıkarmaması için at arabalarının yoldan geçmesini yasaklıyordu. Sadrazamın yapacağı bir şey yoktu. Yasaksa yasak, hemen uygulamaya başlıyordu, ama o zamanda başka vasıta yok ki! Halk, ya da arabacı esnafı işini yapmaya devam ediyordu. Sultan Deli İbrahim yine bir gün kendini okutmak için Davutpaşa’ya şöhretli bir imamın evine giderken olan oldu. Yolda at arabasına rastladı.  Atların nal ve arabanın tekerleklerinden çıkan sesler Sultan Deli İbrahim’i çileden çıkarmaya yetti. Gazaba gelen Padişah Deli İbrahim “Ben Padişah değil miyim? Neden sözüm dinlenmez?” diye bağırdıktan sonra da “Tez bulun sadrazamı boğun, boğun” diye bağırarak son emri verdi. Kısa sürede Sadrazam Salih Paşa bulundu ve imamın evine getirildi. Padişah ve mahiyetindekilerin içinde ne cellât vardı ne de ip. Hemen alelacele İmamın evinden bir kuyu ipi bulundu ve oracıkta boğularak öldürüldü. Salih Paşa tarih sayfalarına rüşvetçi, hain, asi ve çok ters bir adam olarak geçmedi. Ama yine de boğduruldu. Yani ne şehit oldu ne gazi, bok yoluna gitti Niyazi!
Büyük hainlerden biri de Yakup Çelebi’dir (!). Osmanlı Padişahlarından I. Murat’ın oğlu, Orhan Gazi’nin torunu idi Yakup Çelebi. Osmanlı tarihinin en şanssız şehzadelerinden biri olarak kayıtlara geçti. Yakup Çelebi adı gibi çelebi bir insandı. Her hangi bir şekilde babasının yerine tahta geçen Yıldırım Beyazıt’a ihanet ederek yerine geçmek gibi bir niyet ve düşüncesi yoktu. Hakkında yazılanlar böyle dediğine göre neden ortadan kaldırıldı? Sultan Yıldırım Beyazıt, Padişah olmadan yani tahta geçmeden önce Karesi (Balıkesir) Beyliği yapmış, savaşçı olarak Karaman ve Kosova seferlerine katılmıştı. Ama vehimliydi, ihtiras ve yarınından korkma duygusunun altında ezilme nedeni ile huzursuzluk çekiyor ve rahatlamak için kararını veriyordu: Kardeşi Yakup Çelebi’yi ortadan kaldırtacaktı!  Bu karar üzere kardeşi Yakup Çelebi’yi ordugâha çağırarak, sorgu sual etmeden cellâtlara boğdurtarak vehim ve korkusunu üzerinden atıyordu. Ordu Kosova Seferindeyken sırf saltanat endişesi yüzünden boğularak öldürülen yani katledilen ilk şehzade oluyordu Yakup Çelebi (1389). Sonraki yıllarda da Fatih Sultan Mehmet kardeş katlini yasalaştırıyordu! Eeeeee Osmanlı Devletinin bekası söz konusu olunca değil kardeş, evlat katline de “Evet” denir!
Osmanlı tarihinde Arnavut kökenli Sadrazamların ayrı bir yeri vardır. Neden Sadrazamlık için ilk akla gelenlerdendir Arnavut Paşalar? Henüz cevabı verilmediyse de Sultana itaat da kusur etmediklerinden tercih edildikleri söylenegelir. Ama yine bilinir ki boynu vurulan, boğdurulan ya da değişik şekilde öldürülen sadrazamların büyük çoğunluğu Arnavut sadrazamlardır. Bu sadrazamlardan biri de Arabacı Ali Paşa’dır. Ohrili olan Ali Paşa medresede yetişmiş bir süre de imamlık yapmıştı. Ne zaman ve ne yaptı da Sultan II. Ahmet ona Paşalık verdi ve Sadrazamlık teklif etti bilinmiyor! Sadrazam Fazıl Mustafa Paşa savaşta şehit düşünce ona vekâlet eden Arabacı Ali Paşa, Padişah II. Ahmet tarafından sadrazamlığa getirildi. Savaştan korkan Arabacı Ali Paşa, sefere gitmemek için elli dereden su getiren bir Paşa idi. Hazırlanma bahanesiyle işi yokuşa sürüyor, karşı çıkanları, hoşlanmadığı insanları da at arabasına bindirip sürgüne gönderdiği için adı “Arabacı” ya çıkıyordu. Üstelik doymak bilmiyordu. Sürgüne gönderdiği kişilerin malına, parasına el koyarak zimmetine geçiriyor, Karun gibi zengin oluyordu. Bütün bu yaptıkları ile de halkın dikkatini ve kinini üzerine topluyordu. Hakkında şikâyetler çoğaldıkça çoğalıyordu. “Kadı” ve “Hoca” lakapları ile de anılan Ali Paşa’ya Arabacı lakabı çok yakışmıştı. Son marifeti de Kızlar Ağası için Saraya bir araba göndermesi oldu. Arabaya bindirilenin kim olursa olsun sürgüne gideceğini bilen Sultan II. Ahmet hiddetlenerek, gelen arabaya Sadrazamı Arnavut Ali Paşa’yı bindirerek sürgüne gönderdi. Böyle Ali Paşa’nın  adına bir de “Arabacı” lâkabı eklendi. Arabacı Ali Paşa’ya Rodos sürgünü de yaramadı, fitne çıkardığı, fesatça işler yaptığı söylentileri üzerine orada katledilerek ortadan kaldırıldı.
Yazan İbrahim Balcı
Yazının Devamı : HAİNLER -8
 

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)