Son Dakika Haberler
“width=“1293

VATAN TOPRAĞINI SATANLARA DUYURULUR -8-İbrahim Balcı

VATAN TOPRAĞINI SATANLARA DUYURULUR -8-İbrahim Balcı
Okunma : 617 views Yorum Yap


      ibalci      Milli Mücadele bir ulusun şahlanışıdır… Ayağa kalkışı, başkaldırışıdır. Bütün kaleleri zapt edilmiş, haremi ismetine girilmiş, kukla Sultan Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit uşaklığa soyunmuş, Anadolu hareketine katılanları vazgeçirmek için idam fetvası vererek tahtını korumak yolunu seçmiştir. Onlar, işgalcilerle kol kola gezerken Anadolu’da milli mücadele bütün şiddeti ile devam ediyordu.

 

            Milli mücadeleye ülkenin her köşesinden katılan insan vardı. Subay, asker, aydın, köylü, balıkçı, işçi, esnaf, kadın-kız ve lise ve üniversite öğrencileri vardı… Bu vatan evlatları göğüslerini arkadakilere siper yaparak vuruşuyor ve vatanın korunması, işgalin kaldırılması ve ulusal bağımsızlığın elde edilmesi için ölümüne vuruşuyorlardı.

 

            Bu büyük savaşta SARIYERLİ de vardı. Hem de eski Sarıyerlilerin çok iyi tanıdığı bir kişi vardı. Ali Çavuş derlerdi… Sarıyerli Ali Efendi Serçavuş rütbesine kadar yükselmiş, Cepheden cepheye koşarak vatanın kurtulması için mücadele vermişti. Şimdi Onun hikâyesini okuyalım bakalım:

 

            “Kocaeli Grubu Kumandanı Albay Halit Bey,

1.      Tüm. Kumandanı Kemalettin Sami Bey,

6. Tüm. Yusuf İzzet Paşa, düşmanı tepelemek için uğraş verir.

Erlerin en önünde ileri atılır, dövüşür,

Hâkim tepeler tek tek düşer,

Savcı Bey yöreleri düşman eline geçer.

Kanlı Sırt geri alınacak!

Birlikler,

Makineli tüfeklerin korumansında süngü hücumu yapılacak emri gelir!

Tüm asker tetiktedir,

Ne olacaksa bir an içinde olacaktır.

            Ali Çavuş koruma ateşine hazır emri bekliyordu.

Ali Serçavuştu,

Makineli Tüfeği başında pür dikkat duruyor.

“Ateş” emri bekliyordu.

Bir an anası babası geçti aklından,

Siper içinde kaykıldı, gerindi.

Seferberlikte Rize’den Sarıyer’i gelmişler,

Rumelifener köyüne yerleşmişlerdi.

Bıyığı yeni terlemişti,

Boyu posu, pazusu gelişmişti.

Alev alev yanıyordu içi,

Yerinde duramıyor,

“Hadi” dediklerinde severek askere koşuyordu.

Arabistan, Kafkasya, Çanakkale gezmediği cephe kalmamıştı.

Mermi yakmış, süngü sallamış

Beş ayrı yerinden beş yara almıştı…

Bitmek bilmiyordu savaş;

“Haydi git, işin bitti” deseler de gidemezdi ya!

Gözlerini ayıramıyordu

Gecenin karanlığında karşı cephelere bakıyordu.

Komutanı Albay Halit Beydi,

Karşısında Yunanlılar vardı.

Şimdi gün doğar, şimdi emir gelir,

Savaş başlar diye düşündü,

Tümseği siperledi, biraz doğruldu,

Saydı arkadaşlarını tamamdı,

Hepsi beş kişiydi.

Gün ağardı,

“Hazır olun” emri geldi.

 Ali Çavuş da son emirlerini verdi.

Mermilerini sevecen sevecen okşadı,

Bir daha arkadaşlarına baktı.

Yine saydı, eksiği yoktu, hepsi tamamdı.

İşte düşman geliyordu.

Bir dolu bakış ki Ali Çavuş’ta.

Sabah güneşi, bu bakışta kar gibi eriyordu.

Bir an daldı Ali Çavuş, düşündü:

Ellerini bıyıklarına götürdü.

Acaba diye geçirdi içinden,

Babam İstanbul’dan Anadolu’ya mermi taşıyor mu?

Ali Çavuşta heyecan yoktu;

Ama yanındakiler, sabah ayazında terlemiş titriyordu.

Hele ateş başlasın Hızır diye fısıldadı.

Yakup’un sırtını sıvazladı.

Hakkı’ya şenlik var bugün,

Keskin’li Ahmet’e, Düğüne hazır ol, diye takıldı,

Birden sarardı, gözleri bir noktaya saplanıp kaldı.

Sağ yanında İsmet Paşa’yı

Sol yanında Albay Halit Bey ile Kemalettin Sami Bey’i gördü!

Arkasına baktı, Fevzi Paşa dikilmiş duruyordu!

Hayır, arkaya bakamazdı,

Vakit çok azdı,

Dikkatle ufka bakmaya çalıştı,

Bakamıyordu;

Masmavi bir çift göz;

Haydi Ali Çavuş!

Ne duruyorsun, ateşle makineliyi,

İşte tam vakti, diyordu.

Masmavi gözleriyle Mustafa Kemal

Kendisine kanat açmış, siper olmuş, karşısında duruyordu!

Ve Mustafa Kemal;

Elini ileri uzatmış konuşuyordu:

Ateş!

Ateş!

Ne duruyorsun Çavuş?

Ateş! Ateş, Vur! Vur! Tam alnından vur!

Bir tek kurşun boşa gitmesin yazık olur!

Kâbus muydu? Yoksa rüya mı görüyordu?

“3. Makineli takımı ateeeeş!” emri geldi.

Bir anda kızılca kıyamet kopuyor,

Yüzlerce binlerce mermi peşi sıra şakırdayarak gidiyordu.

Tam karşıdan düşmanın:

Cebel topları, obüs topları, makineli tüfekleri susmak bilmiyordu.

Toz duman içinde siperler, göz gözü görmüyordu.

“Yandım! Ya Allah!,

Ali Çavuş, anam! Vuruldum!

Mermi yetiştir” sesleri kulakları tırmalıyordu.

Ali Çavuş,

Çok savaş görmüştü, aldırmıyordu seslere,

Attıkça atıyordu karşıdan gelenlere…

“Belanızı buldunuz, geberin” diyordu, yere düşenlere!

İsmet Paşa’dan bir ses işitiyordu:

“Dayan Çavuş, akşama kadar dayan,

Silah da gelecek, cephane de,

Dayan çavuş dayan!”

Dayanıyordu Ali Çavuş; Ölümse hak, korkusu yoktu.

Ama birden bire makinelisi sustu!

Ne oluyordu:

Eksilmişlerdi.

Hızır tam gözünden,

Yakup göğsünden,

Hakkı sağ omzundan kurşun yemişlerdi,

Hareketsizdiler.

Düşman biraz gerilemiş

Arkadan “İlerleyin Çavuş” emri gelmişti.

İlerleyecekti!

İki kişi kalmışlardı: Biri kendi, diğeri de Keskinli Ahmet’ti.

Ali Çavuş: “Sırtlan Ahmet mermi sandıklarını,

Peşimden gel, görünme, sürün, yoksa vurulursun!” emrini verdi.

Kendisi de makineliyi yüklendi.

Ali Çavuş yere yatıp, sürüne sürüne ilerliyordu.

Keskinli Ahmet, babasından kalmış yün kuşağı belinden çıkarıp iki ucuna,

Birer mermi sandığı bağlamış,

Tam ortadan kuşağı beline dolamış, diğer iki sandığı da koltuklarının altına almış,

Sürünerek ve gözükmeden, dirsekleri, dizleri kan içinde peşinden geliyordu.

Ali Çavuş tümseğin arsasına sinmiş, tam siper,

Keskinli Ahmet’i bekliyordu.

Dönüp bakıyor, o anda;

“Ah vuruldum, Yetiş Çavuşum!” diye mırıldandı Keskinli Ahmet.

Ali Çavuş geriye doğru baktı ve hemen yere yattı.

Sürüne sürüne, üç beş adam boyu ilerledi,

Elini uzatıp kuşağı yakaladı, var gücü ile kendine doğru çekti

İki mermi sandığı yanına kadar geldi,

Diğer iki sandığı da gidip alacaktı.

Bir ses dalga dalga ovaya yayıldı.

Yüz, İki yüz, beş yüz, bin, sayısız mermi tarrakasıydı bu!

Yüzükoyun yete yatmış, nefes bile almıyordu,

Bir sıcak kızıllık boynuna, yüzüne bulaşıyor, toprağa damlıyordu.

Vurulmuştu.

Kulağı acıyordu, sol kolu sızlıyordu!

Önemli değil diye düşündü, demek ki yaşıyordu!

Ses kesildiği an;

Toprağı yalarcasına sürünerek Ahmet’in yanına vardı.

Keskinli gülüyordu:

“Geldin ha!, Geldin Çavuşum, işte sandıklar tamam,

Belki ayakta duramam,

Gözünü sevem Çavuşum, yalvarırım,

Boşa atma sakın,

Öyle tenbihlediydi seksenlik anam…”

Ve Keskinlinin sesi kesildi;

Ama gözleri açıktı, gülüyordu.

Ağlayacak, duracak, Fatiha okuyacak zaman yoktu!

Elini uzattı Ali Çavuş, Keskinli Ahmet’in tabancasını alıp beline soktu,

Daha durmaya gerek yoktu!

İki mermi sandığını kavrayıp sıkıca, hışım gibi koştu.

Artık makinelisinin başındaydı,

Karşıdan düşman ateş kusuyordu,

Yorgundu, yanındakiler şehit olmuş. Tekti; ama sade yürekti.

Hele bir kendine gelsin;

Yunanlılara dünyanın kaç bucak olduğunu gösterecekti!

Artık çavuş da, nişancı onbaşı da,

Mermi süren nefer de kendisiydi.

Yapacağı çok işi vardı,

Bir an soluk aldı.

Karşıdan, siperlerinden fırlayan düşman askerlerini gördü.

Yüz, iki yüz, dört yüz, beş yüz hepsi silahlı, tüfekleri süngülü…

Sarıldı makineliye anasının gülü!

Dokundu tetiğe, parmağını sıkıca çekti,

Vurulsa da, o parmak sanki öyle kalacaktı!

Bir anda yere serildi ön saftakiler

Arkadan gelenler ürkek, yere yattı,

Boş komadı kendisini, ateşe devam etti Ali Çavuş;

İkinci sandığı da tüketti.

Üçüncü sandığa başladı besmeleyle, terlemişti.

Bıyıklarını şöyle bir okşadı, işte o anda;

Sağ yanından ateş başladı.

Yanı başından toz bulutu yükseldi, eğildi, eğildi, eğildi,

Mermilerden kaçtı; ancak canı da yandı;

Bir yara daha aldı, bacağı sızlıyordu.

Duramazdı, düşman askerleri ağır ağır ilerliyordu.

Haydi Çavuş, dedi kendi kendine, sarıldı makineliye,

Parmakları dokundu tetiğe.

Ne kadar zaman geçti bilmiyordu, her yanı sancıyordu.

Akşama yakındı vakit. Sesler kesilmişti, başı dönüyor, gözleri kararıyordu.

Güçlükle başını kaldırıp sağa sola bakıyordu.

Takatı kesiliyor, başını tümseğe koyuyordu.

Ayak sesleri ve koşuşmalar duyuyordu!

Sesler çok uzaktan, derinden geliyordu:

“Ölmedi daha, şehit değil! Kan kaybediyor, sırtlayın!” sesleri ile

 gözlerini açıyordu.

Yedi mermi yemiş,

Yedi ayrı yerinden Ali Çavuş,

Dört neferini kaybetmiş, yalnızdı.

Makinelisi ve boş sandıklar yanı başında

Öksüz mü öksüz Ali Çavuşa bakıyordu.

Ali Çavuş,

Toz, toprak, kan revan içinde, önü bağrı açık

Ayak parmakları çarıklarından çıkmış,

Sıhhiyeci askerin sırtında geri taşınıyordu….”

 

ALİ ÇAVUŞ Sarıyerli’dir. Mamati’lerden olup Ali Çavuş (Menekşe) olarak tanınır.  Yaraları tedavi edildikten sonra tekrar cepheye koştu. Yine Albay Halit Beyin emri altında Büyük Taarruza iştirak etti ve Gazi olarak Sarıyer’e döndü.

Allah Rahmet eylesin derken, ÜLKEYİ PARÇA PARÇA SATANLARA YAPTIKLARININ NE KADAR YANLIŞ OLDUĞUNU HATIRLATMAYI VE BİR GÜN YAPTIKLARININ HESABININ MUTLAK SORULACAĞINI HATIRLATIRIZ.

 

(Mustafa Kemal’in Destanı’ndan, İbrahim Balcı, sayfa: 377-385)

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)