Son Dakika Haberler

Din Bilim Teoloji Bilim Uzlaşma Olanağı Var mı? Olmalı Birlikte Yaşıyor -4-

Din Bilim Teoloji Bilim Uzlaşma Olanağı Var mı? Olmalı Birlikte Yaşıyor -4-
Okunma : 1.602 views Yorum Yap

mustafayetisBilimsel bir konu önce veriler o güne kadar tüm bilgi bilimsel toplanmalı varsa esksiği kanıtlanmalı ve devamında hipotez kurulmalı hipoteze ilişkin varsayımlar ileri sürülmeli bu varsayımların denenebilir sınanabilir olması sağlanmalı aksi yeni veriler ve hipoteze yönelinmelidir.
Teologlar biz bilim alimiyiz deyip rol alırsa bunlar yapılmalıdır.

Görülüyor ki, söz konusu argüman ne mantıksal geçerlik, ne de dayandığı sayıltıların sağlamlığı bakımından sonucuna ağırlık kazandıracak güçte değildir. Kaldı ki, ulaşılan sonucun kesinliğini bir an için kabul etsek bile, nedensiz ilk nedenin Tanrı olduğunu nasıl saptayacağız?

İlk nedene koruyucu, iyiliksever, bağışlayıcı, her şeyi bilen bir üstün gücün niteliklerini vermeye bizi zorlayan nesnel bir neden gösterilebilir mi?

Her şey bir yana, ulaşılan sonucu, öncüllerini oluşturan kanıtlardan bağımsız olarak yoklayabilir miyiz? Kuşkusuz, pek çok olay Tanrı’nın varlığına kanıt olarak gösterilebilir. Ne ki, bu her hipotez için doğrudur. Önemli olan doğrulayıcı kanıtlar bulmak değil, hipotezin ne gibi gözlemlerle yanlışlanabileceğini önceden söyleyebilmektir. Oysa teologlar hiçbir zaman Tanrı’nın varlığına ilişkin savın hangi gözlemler yapıldığında yanlışlanabileceğini bize söylemiş değildir. Söyleyemezler, çünkü “Tanrı vardır,” önermesi nesnel bir yoklama için gerekli olgusal içerikten yoksundur. Tennant, olgulardan yola çıkan doğal teolojinin dayandığı öncüllerin, bilimin yerleşik genellemeleri ölçüsünde sağlamlığından söz etmekte, ancak ulaşılan sonucun yeni gözlemlere giderek yoklanıp yoklanamayacağına değinmemektedir.

Teologlar bu konuda sessiz kaldıkça, iki seçeneğimiz kalmaktadır:
(1) Teolojinin bilimsellik savını geçersiz sayarak reddetmek, ya da,
(2) Bilimsellik kavramını teolojiyi de kapsayacak ölçüde genişletmek.
Önce ikinci seçeneği yoklayalım: Bilim kavramını teolojiyi kapsayacak şekilde genişletebilir miyiz? Teologların öyle bir genişletmeyi hem olanaklı hem gerekli saydığını biliyoruz.

Örneğin, çağımızın tanınmış Neo-Thomist’lerinden Maritain bilimi, “saplandığı dar anlayışı” aşarak, teolojiyle barışmaya, uyum içine girmeye çağırmaktadır. Ona göre, teolojinin de bilim kadar sağlam ve “meşru” bir temeli vardır.  Benzer bir savı, daha ayrıntılı olarak Copleston’da bulmaktayız. Copleston teolojinin kendine özgü bilişsel işlevi olduğunu vurgulayarak, evreni anlama ve açıklamada bilimi tamamladığı görüşündedir. Ona göre, olguların bireysel açıklamaları evreni anlamak için yeterli değildir.

Yeterli bir açıklama her şeyi bütünüyle kapsayan, kendine daha fazla bir şey eklenemeyen açıklamadır. Öyle bir açıklamayı bilimden değil, “teoloji” dediğimiz dinsel metafizikten bekleyebiliriz, ancak. Bilimler, tek tek ya da topluca alınsın, gerçekliğin özelliklerini belli yönlerden incelemenin ötesine geçemez. Bilimsel yöntemin etkinlik alanı sınırlıdır; “gerçeklik“e ilişkin kimi yaşamsal sorunlar bu alanın dışındadır.

Örneğin, insana ilişkin bilimleri alalım. Psikoloji davranışlarımızla “ruhsal” denen süreçleri inceler. Anatomi, fizyoloji, biyo-kimya, vb. çalışmaların konusu organizmanın yapı ve işleyişine ilişkindir. Antropoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji insanı inançları, töre, gelenek ve alışkanlıkları; yaşam ve uğraş biçimleriyle ele alır.

Bu çalışmaları birlikte alsak bile, insanı “gerçek niteliği”ne inerek tüketici bir çözümlemeden geçirdiğimizi söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz, çünkü (Copleston‘a göre) insanın bilimsel yöntemle erişilemeyen bir öz niteliği, bir varlık ve anlam sorunu kalmaktadır. İşte bu özde saklı kalan şeye ancak Tanrı kavramına başvurarak açıklık getirilebilir. “Bizim dünya dediğimiz varlığın, Tanrı ile ilişkisi kurulmadıkça, kendi içinde ne anlamı, ne de anlaşılır niteliği vardır.”

Teologlar, deneyimlerimizi ilkede aşan bir “gerçeklik”ten söz ederken ne demek istiyorlar? Bunun salt spekülasyon ötesinde bir değeri varsa, açıklamaları gerekir. Sonra bilimsel yöntemle erişilemeyen bu “gerçeklik”i anlamamız için Tanrı’yı varsaymamız koşulu getiriliyor. Bir bilinmeyeni bir başka bilinmeyene giderek açıklama değil midir, bu?
Görülüyor ki, Maritain ile Copleston’un çağrıları bilimi, metafiziksel spekülasyona ortak etmeye yöneliktir. Bilim kendine özgü kimliğini yitirmedikçe böyle bir yaklaşım içine giremez.

Bilimin, kendi sınırları içinde kalmaları koşuluyla, teoloji ya da metafizikle bir kavgası yoktur. Çatışma teolojinin totaliter tutumundan, bilimi uydulaştırma eğiliminden kaynaklanmaktadır.

Bilimle teolojiyi kuramsal düzeyde de kalsa bağdaştırma olanağı yoktur. Bu bizi birinci seçeneğe yöneltmektedir: Teolojinin bilimsellik savı içerikten yoksun bir özentidir; bilimin saygınlığına haksızca bir sığınma olmaktan öte değer taşımamaktadır.
Burada anlatılmaya çalışılan ve tekrar edilen şey teolojinin bilim olma ve bilimi bilme çabalarının yersizliğidir. Aksi dinin ve teolojinin insan varlığı üzerindeki etkisi ve inanışı sorgulanmamalıdır.Tabidirki ilimin bilimci yaklaşımın ve üretiği teknolojinin insan üzerindeki ektisi de kaçınılmaz bir gerçekliktir.

Derleyen: Mustafa Yetiş

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)