Son Dakika Haberler
“width=“1293

AKP’giller Milli Parklarımızı ve Doğal SİT Alanlarını Peşkeş Yasasını Meclise Sevk Etti

AKP’giller Milli Parklarımızı ve Doğal SİT Alanlarını Peşkeş Yasasını Meclise Sevk Etti
Okunma : 649 views Yorum Yap

AKP’giller Milli Parklarımızı ve Doğal SİT Alanlarını Peşkeş Yasasını Meclise Sevk Etti

Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından hazırlanıp TBMM Başkanlığına gönderilen “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı”, 24 Mayıs 2017 günü ilgili komisyona havale edildi.

Aslında bu yasa tasarısı 2010 yılından bu yana meclisin gündemindeydi. 2013’deki Gezi İsyanı ile birlikte tasarı yasalaştırılamadan meclisin tozlu raflarında bekletilmekteydi.

O dönemlerde tasarı; çeşitli meslek odaları tarafından da “tabiatı bozuk yasa” olarak adlandırılmıştır.

SİT alanları ve Milli Parklar açısından zengin olan Muğla’yı da çok yakından ilgilendiren tasarının yasalaşması halinde; 1983 yılından bu yana yürürlükte bulunan 2973 sayılı Milli Parklar Yasası yürürlükten kaldırılarak doğa koruma yasaları tek bir çatıda toplanacak.

Tasarıya göre korunmakta olan alanlar; turizm yatırımları başta olmak üzere enerji, sanayi ve inşaat yatırımlarına açılabilecek.

Yine tasarı, korunan alanların kiralanmasından işletilmesine kadar birçok yeni düzenleme getiriyor. Tasarının 8’inci maddesindeki; ‘üstün kamu yararı’ ifadesi belirsiz, yoruma ve suistimale açıktır. Aynı maddenin 4’üncü fıkrasında ise  ‘çevreye yarar’ ifadesi ile madencilik, enerji, sanayi, tarım, turizm gibi doğa üzerinde etkiye sahip birçok yatırımın önü açılacaktır.

Tasarıya hakim olan düşünce; “Koruma kullanma dengesi gözetilerek sürdürülebilirlik”tir.

Ne demektir bu?

“Koruma kullanma dengesi” denerek, koruma altında bulunan doğal varlıkların öncelikli olarak kullanıma açılması planlanmaktadır. Böylelikle kullanıma açılan doğal varlıklardan yararlanma ve bu yararlanmanın devamlılığı yasanın koruması altına alınacaktır.

Bir başka anlatımla; tasarının bu haliyle yasalaşması durumunda, uluslararası üne sahip birçok korunan alan “yatırımcı talebi var” denilerek yerli yabancı Tekellere-Parababalarına peşkeş çekilebilecektir. Yani getirilen yeni düzenlemeler, ‘korumayı’ değil‘kullanmayı’ öngördüğünden ülke yüzölçümünün yaklaşık yüzde 5’ine karşılık gelen korunan alan korumasız bırakılacaktır.

Tasarının 7. maddesi ile; “mahalli çalışmaları yapmak ve uzun devreli gelişme planının hazırlanmasına ve uygulanmasına katkıda bulunmak üzere valinin görevlendireceği vali yardımcısının başkanlığında, Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulunun üyesi kurumların ildeki en üst düzey temsilcisi ile ilgili Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu müdürü, alanın bulunduğu ilçenin kaymakamı, korunan alan şayet belediye sınırları içerisinde ise belediye başkanı veya yardımcısı ve korunan alanın bulunduğu yerdeki ziraat odası başkanı, varsa su ürünleri kooperatiflerinden bir, avcılık ve atıcılık derneklerinden bir, yerel üniversitenin biyoloji, orman ve ziraat bilim dallarından, aynı daldan olmamak şartıyla üç, yerel sivil toplum kuruluşlarından bir temsilcinin katılımı ile” kurulacak olan Mahalli Biyolojik Çeşitlilik Kurulu,

8. maddesi ile de; “yapılacak bilimsel çalışmaları belirlemek, yönlendirmek ve izlemek amacıyla Bakanlığın koordinatörlüğünde, danışma organı niteliğinde Tabiatı Koruma Bilim Heyeti kurulur. Bilim Heyeti; orman, biyoloji, ekoloji, ziraat, veterinerlik, su ürünleri veya balıkçılık, hidroloji, peyzaj mimarlığı ve jeomorfoloji ile ilgili konularda en az doktora derecesine sahip biyolojik çeşitlilik uzman listesinden seçilen altı üye ile Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu temsilcisi olmak üzere yedi kişiden oluşan” Tabiatı Koruma Bilim Kurulu kurulması öngörülüyor.

Görüldüğü üzere bu kurullar, bileşimleri itibariyle tamamen idarenin kontrolü altında olacaktır. Kurullarda; Kaymakam, Belediye Başkanı, DSİ ve Maden İşleri Genel Müdürlüğü temsilcilerinin yer alacak olması, korunacak değerin tabiat varlıkları değil yandaşların çıkarı olacağını gösteriyor.

Öte yandan tasarının 15/2. maddesinde: “Tabiatı koruma alanları, yaban hayatı koruma sahaları, gen koruma alanlarında ve korunan alanların mutlak koruma bölgelerinde hiçbir kullanıma izin verilemez, intifa ve irtifak hakkı tesis edilemez.”denilmektedir.

16/2. maddesinde ise: “Korunması gereken yabani bitki ve hayvan türleri ile yaşama ortamları ile ilgili plan, proje ve faaliyetlerin muhtemel etkileri için ekolojik etki değerlendirmesi yaptırılır. Bu tür ve habitatları tahrip eden faaliyetlere izin verilmez.” denmiş olup, “ancak bu alanlarda ülke düzeyinde, üstün kamu yararı ve stratejik kullanımı gerektiren kullanma izni, intifa ve irtifak hakkı Bakanlar Kurulu kararı ile verilebilir.” şeklindeki düzenleme ile üstün kamu yararı kavramı gerekçesiyle girilmedik hiçbir alan bırakmayacakları çok açıktır.

Tasarının bu haliyle yasalaşması durumunda Milli Parklar ve SİT alanlarında büyük yapılaşmaların ve çevre katliamlarının yaşanacağı, çevre kirliliğinin oluşacağı kaçınılmazdır. Zira “üstün kamu yararı”, sınırları belli olmayan bir kavram olup her zaman için kötü amaçlı kullanılabilir. Denetimi mümkün değildir.

Kaldı ki, AKP’gillerin 15 yıllık iktidarları döneminde, saymakla bitmeyen doğa ve çevre tahribatları hep bu gerekçelere dayandırılmıştır.

Ayrıca belirtmeliyiz ki;  doğal dengeyi bozan ve ortadan kaldıran doğa ve çevre katliamları aynı zamanda insan hayatına da büyük zararlar vermektedir.

Zira; “… insan hayatının sürmesi, bitkiler ve hayvanlarla birlikte, doğal dengeyi hiç bozmadan mümkün olabilir.

“Unutmayalım ki dünyamız, bilim insanlarının öngörülerine göre daha üç milyar yıl biz canlılara ev sahipliği edecektir. Doğanın bu hizmetini yapabilmesi için bizim de onun kanunlarına saygılı olmamız ve onu bir bütün olarak (dağlarıyla, ovalarıyla, ormanlarıyla, nehir, göl ve denizleriyle, bitkileriyle, hayvanlarıyla) canı gönülden sevmemiz gerekir.

“(…)

“Dağ, nehir ve şehir adlarından da anlaşılabileceği gibi, ülkemiz, bizden önce, onlarca Antika Medeniyetin, hatta medeniyet öncesi toplumun yaşamış olduğu bir coğrafyaya sahiptir.

“Şehirlerimiz, bu medeniyetlerden bize miras kalan pek çok yapı, tarihi eser ve kalıntıyla doludur. Bunları özenle korumamız, insan ve tabiat olayları tarafından bozulmalarını, yok olmalarını önlememiz gerekmektedir.

“Parababaları, yalnız insana değil Tarihe ve Tabiata da hiç saygı duymamaktadır. Sevgi beslememektedir. Bu sebeple de şehirlerimizin Tarihi dokusunu, yeşil alanlarımızı, kıyılarımızı acımasızca tahrip etmekte, yok etmektedir. Şehirlerimizdeki Tarih varlıklarını kazıyıp, yerlerine iş merkezi, katlı otopark, lüks konutlar yapmaktadır.

“(…)

“Dünyanın en güzel yerleri arasında gösterilen kıyılarımız, yakıp yıkılarak, turistik otellerle, pahalı konutlarla doldurulmaktadır.

“Bu tahribatı, hükümetleriyle, yerel yöneticileriyle Parababalarının emrindeki siyasiler yapmaktadır.

“Oysa bilime göre, şehirlerin Tarihi dokusu korunur, yeni ilaveler, genişletmeler, çevredeki boş araziler üzerine yapılır. Eski ve yeni şehir birbiri üzerine bindirilmez.

“Kıyılarımız, koylarımız, yeşil alanlarımız, göllerimiz, nehirlerimiz ve denizlerimiz de gözümüz gibi korunur. Kirletilmez, bozulmaz.

“Para ve kâr tanrısına tapınan Parababalarının, bu insan, Tarih ve doğa katliamları onların cibilliyeti iktizasıdır. Torunlarımız bunları lanetle anacaktır.

“Partimizse, Parababalarınınkinin tam tersi bir tutumla, bütün bu konularda sadece bilimin emrettiği şekilde davranacaktır. Yapılması gerekenleri, bedelini umursamaksızın, hızla yerine getirecektir.” (HKP Programından.) 04.06.2017

Halkın Kurtuluş Partisi
Genel Merkezi

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)