Son Dakika Haberler
“width=“1293

Sürü

Sürü
Okunma : 5.099 views Yorum Yap

Sürü bağışıklığı terimi hazır gündemdeyken, meraktan ziyade göt korkusundan adam (!) yerine konmuş hakkında konuşulurken sürü sözcüğünü biraz deşmeye karar verdim. Bir tırnak açıp içine sözcüğün anlamını yerleştirmeyeceğim, onun arkasından konuşacağım, bildiğiniz şekliyle dedikodusunu (!) yapacağım. Şöyle bir şey de var, o çoktan afişe olmuş durumda ve dolayısıyla bahsedeceğim şeylerin farklı baskılarını zaten biliyorsunuzdur.

“Sürüsüne bereket” denmiştir. “Düşünmek zor zanaattır, bu sebeple çoğunluk sürüyü takip eder” diyenler de olmuştur. “Münafık bir o sürüye gider bir bu sürüye” sözü vardır. “Ürümesini bilmeyen köpek sürüye kurt getirir” de denmiştir. “Kör çobanın sürüsünün sonu uçurumdur” sözü ise bir anlamda içeriğinde sürüye acıma hissi barındırır. “Mutlu insan bir sürü idealidir” gibi fikir yürütenler de olmuştur. Paragrafın giriş tümcesindeki gibi sürüsüne bereket sürünün hakkında laf edilmiştir.

Bizler, sürüyü hayvanlar aleminden biliriz: Kurt sürüsü, kuş sürüsü, balık sürüsü, inek sürüsü, koyun sürüsü ve diğerleri… Herhangi biri bize sürüdensin dediğinde öfkelenir kızarız, böyle bir söz nerden peydahlandığını bilmediğimiz insanlık gururumuzu incitir. Kedi sürüsü demeyiz, çünkü evcilleştirdiğimiz ilk hayvanlar arasında sayılan kedi (9 bin yıl önce) sürüler halinde yaşamaz. Kedi besleyenlerin sıkça söylediği gibi patron odur. Peki, bu ne anlama gelir? Evcilleştirdiğimiz diğer memeli büyük hayvanlar bize patronluk taslamazken bu bacaksız hangi cüretle böyle davranır? Onun insana teslim olmamasının, tabiri caizse burnu doğrultusunda davranmasının nedeni nedir? İşte bu sorunun yanıtı öz dediğimiz şeyle ilgili olabilir. Yani görünenin altındaki kendilikle…

Osmanlıcası “.bizatihi”, Türkçesi “kendinde” ve Osmanlıcası “lizatihi”, Türkçesi “kendi için” olan iki sözcükten bahsetmek isterim: Birinci terim, kendini kavrayamadığı yani kendinin bilincinde olmadığı anlamına gelir. Ağacı düşünün, ağaç olduğunu kavrayamaz dolayısıyla kendinde varlıktır. İkinci terim insana özgüdür, kendini kavrar, düşünür ve düşünebildiğini bilir. Yine de bir konuda bilinçlenmeyen insan o konuda bizatihi olur yani kendindedir. Kendi için olabilmesi o konuda bilinçlenmesine bağlıdır. Önce öz sonra varoluş ve önce varoluş sonra öz felsefenin konuları arasındadır. Varoluşçular insanın önce var olduğunu özünün daha sonra oluştuğunu savunan felsefi akımın temsilcileridir.

Latince homo insan demektir, homo sapiens farkında olan insan anlamına gelir. Homo sapiens sapiens ise farkındalığının farkında olan insan demektir. Aslında yeryüzündeki tüm yaşam türleri genetik aktarımlar sayesinde yaşarken homo sapiens bugün yaşamayan bireylerin buluşları, yazıları, bıraktıkları eserler, ses kayıtları, görüntü kayıtları gibi genetik aktarım dışındaki şeylerle de yaşarlar ve hayatı kolaylaştırıcı, dolayısıyla türün devamlılığına katkı sunucu olurlar. Miletli Thales MÖ 624 yılında doğup MÖ 546 yılında ölmüştür, bugün hiçbir akrabası yeryüzünde olmayabilir ancak onun Thales teoremiyle öğrenim hayatımızda hangimiz tanışmadık? Bugün hastalığından dolayı 15 yaşında ölmesi gereken çocuk tıp sayesinde 25 inde ebeveyn, 50 sinde torun sahibi olabilir. Aynı çocuğun yüz sene öncesinde yaşadığını düşünün asla böyle bir şansı olmayacaktı.

Bereketli Hilal diye adlandırdığımız topraklar homo sapiensin yeryüzünde bitkiyi ve hayvanı ilk evcilleştirdiği yer sayılır. Yine de insanın evcilleştirmeyi becerdiği hayvan ve bitki türleri sayıca sınırlıdır. Hangi tür yabani hayvanı evcilleştirebildiğimiz sorusunun yanıtı ise evcilleştirebildiklerimizle evcilleştiremediklerimizin özünde yatmaktadır. İnek, koyun, keçi, domuz, domuzun hepçil olduğunu saymazsak hepsi otçuldur. Evcilleştirilen at da otla beslenir. Bu hayvanların ortak özellikleri vahşi doğada sürüler halinde yaşamalarıdır. Hepsi de sorunlarının çözümünü sürünün içinde saklanmakta arar. Bu davranış nedeniyledir ki, yaşam kalım savaşında türlerini sürdürebilme becerisini göstermişlerdir. Hiyerarşik yapı içinde güvende hissederler. Sürünün bir lideri vardır ve sürü genellikle derecelendirilmiştir, sürüdeki her bir birey yerindedir. Onları evcilleştirmenin kolaylığı basit bir lider değişimininden veya liderin önüne bir lider koymaktan geçer. Bu, lider hegemonyası var olduğu sürece fark eden bir şeyin olmadığı anlamına gelir. Öne konulan liderin ise insan olduğu ortadadır. Peki, diğer türleri evcilleştiren insan bu arada kendi türünü de evcilleştirmiş olabilir mi?

Otla beslenen, etle beslenmediği için beslenme maliyeti düşük olan dolayısıyla beslenmeye değer ve erişkinliğe erişmesi nispeten daha erken olan bu nedenle de kısa zamanda verim alınan hayvanları evcilleştiren insan niye kendi türünü de evcilleştirme gereksinimi duysun? Kendi türü hepçil olduğu gibi aynı zamanda erişkinliğe en uzun sürede ulaşan canlı olduğu halde…

Öncelikle evcilleştirmenin insanın hangi çıkarına işlediğine bakalım: Beslenme? Giyinme? İş yaptırma? Ulaşımda kullanma? Laf olsun diye? Yoksa hepsi birden mi? Laf olsun diye nedenini bir yana bırakırsak geriye kalanların hepsi evcilleştirmenin nedenleri arasında olmalıdır. Yine de hayvana iş yaptırma tarım toplumu açısından bayağı bir soru işareti taşır. Ona tohum ektiremezsiniz, mahsulü toplatamazsınız, gelecek ekim için mahsulden tohum seçtirip ayırtamazsınız, onlardan hayvanların sütünü sağmasını, hayvan yünlerinden veya bitki liflerinden dokuma yapmasını bekleyemezsiniz, hayvanları yedirmek için hayvanları kullanamazsınız, yine de tüm bu sorunların karşılanması gerekir. İşte bu noktada sorunun çözümü kölelik sistemindedir, kölelerdedir. Konuştuğunuzu kavrayabilecek, beyniyle eli arasındaki ilişkiyi kurabilecek evcilleştirilmiş insanlardadır. İnsan insanı nasıl evcilleştirebilir? Netice itibarıyla aynı türden bahsediyoruz. Muhtemelen başlangıçta bunu zorla yaptılar diye düşünebiliriz, belki de düşündüğümüz gibidir. İyi ama o zaman sayıca fazla olan köleler niye efendilerini alaşağı etmediler? Belki de evcilleştirilen büyük memelilerin sürü zafiyetini onlar da taşıdıklarından özgürlüklerini güven altında olmaya feda etmişlerdir. İsyan edip efendilerini devirmiş olsalar bile bu kere efendilerini köle olarak kullanacaklardı. Ya da efendilerinin bilgisi kendilerinde olmadığından, en azından böyle bir bilgileri olmadığını sandıklarından bilgi karşısında mağlubiyeti benimsemekten başka çareleri yoktu.

Bilgi, kuşatma ve esir alma yeteneğindedir. Bilginin sindirme ve asimile etme kabiliyeti sadece kaba güçten değil aynı zamanda ona gönüllü rıza gösterilmesinden gelir. Bu gün bile bereketli topraklar üzerinde ülke bina etmiş olmak dünya ticaretindeki getiriyle refahı ve uzun yaşamayı getirmiyor. Avrupa’da kimi ülkeler fakir yeraltı yerüstü kaynaklarına sahip olmalarına rağmen dünya ticaretinden aldıkları payla, doğal kaynakları zengin ülkelerin kaynaklarını kullanabilme yeteneğinden de beslenen halleriyle ülkelerindeki yaşamı daha refah ve daha uzun kılabilmektedirler. Refah ve uzun ömür coğrafya ile paralellik göstermemektedir. Kendiliğinden cennet olan ülkeler üzerinde yaşayan insanlar açısından cennetin nimetlerini sunmazken, kendiliğinden cehennem olan ülkeler teknoloji sayesinde üzerinde yaşayan insanlara cennetin nimetlerini sunabilmektedir. Bilgi teknolojileri ve onlara ulaşım hangi genlerin ileriki yüzyıllara ulaşacağının işaretini veriyor da diyebiliriz.

Sürü psikolojisi diye bir kavram var. Oysa çoğu insan kendinin diğerlerinden daha mantıklı, daha akıllı olduğunu düşünür. Kendi seçimlerinin en iyi seçim olmasıyla öğünür. Gerçekteyse çoğu insan başkalarıyla uyumlu olmayı tercih eder veya bilgileri kaynağından değil de başkalarından öğrenmenin tembelliğini gösterip onların etkisinde hareket eder. Facundo Cabral’in “Sadece çimen yemeliyiz, bunca inek yanılıyor olamaz” ironisindeki kadar olmasa da, “biz de ona oy vermeliyiz, bunca insan yanılıyor olamaza” varacak kadar… Mahalle baskısı diye adlandırılan şey önünde sonunda bana tarım toplumunun kölelerini anımsatıyor; vardır köleliğin de bir hikmeti (!)

Ayna nöron diye kavramı duydunuz mu bilmiyorum. Bir hareketi yaparken beyinde başlayan dalgalanmanın aynısı hareketi yapanı gözlemleyenin beyninde de oluşuyormuş. Maymunlar üzerinde yapılan deneylerde muzu eline alan, soyan ve yiyen maymunun bu devinimi gerçekleştirirken beyninde faal olan bölgenin aynı aktivitesi onu gözlemleyen maymunun beyninde de oluşuyormuş. Muz yiyen maymunu gözlemleyen yüzlerce muz yemeyen maymun düşünün bulaşıcı hastalık gibi bir şey… Maske takmak değil de sanırım bu salgından korunmanın yolu göz bandı takmaktan geçerdi.

Üç seçenek sunulan aşağıdaki örnek insanların seçimlerinin nasıl manipüle edildikleriyle ilgili olarak bize insan davranışları hakkında bilgi vermektedir. Örneğin mikrofonlu bluetooth kulak üstü kulaklık almayı düşünen kişiye kulaklığın fiyatının 150 lira olduğunu söylüyorsunuz, kulak içi kulaklığınkinin de 150 lira olduğunu, ancak bir seçenek daha sunuyorsunuz, ikisinin bir arada olduğu paketin fiyatı ise 200 lira. Mantıksal çıkarımda paketi aldığınızda ikisine tek tek ödeyeceğiniz fiyattan 100 lira az ödeyeceksiniz. Bu çoğu kere size cazip geliyor ve paketi alıyorsunuz. Burada ilk niyetinizin değiştiğinin farkındasınız değil mi? Üstelik son derece mantıksal davranış gösterdiğinizin kanaatinde olarak…

Şarbon, veba, verem, bu üç hastalığın üçü de insanlara hayvanlardan geçer. Şarbon, inek, koyun, keçi gibi otçul hayvanlarda “Bacillus Anthracis” adındaki bakterinin oluşturduğu hastalıktır. Hayvanlardan insanlara bulaşır. Tedavisinde antibiyotik kullanılır. Veba, “Yersinia pestis” adlı bakteri tarafından oluşturulan hastalıktır, lakabı kara ölümdür. Orta çağ Avrupası nüfusunun üçte birini bu hastalığa kurban vermiştir. Tedavisinde çeşitli antibiyotik türleri kullanılır. Verem, “Mycobacterium tuberculosis” adlı bakterinin solunum yollarından vücuda girmesiyle bulaşır. Antibiyotikle tedavi edilir. Antibiyotiklerin iki çeşidi vardır; biyosidal yani mikroorganizmaları öldüren antibiyotikler ve biyostatik, yani mikroorganizmaların büyümesini ve çoğalmasını önleyen antibiyotikler. Önceleri doğal yollardan elde edilen antibiyotikler şimdi kimyasal olarak motifiye edilerek daha etkili olmaları sağlanıyor. Antibiyotiğin keşfinin insan yaşamına sunduğu katkının sürü bağışıklığıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Yani genlerimizden gelen koruyucular değil, insanın keşfettiği koruyuculardır neslin devamını sağlayan faktör.

Birbirinden bağımsız diğer tanımıyla birbirinden kopuk konuları anlatmamın nedeni yaşam denilen bütünlüğün aslında kopukmuş gibi gelen parçaları içermesiydi. Son bölümle sürü bağışıklığı yerine geçen onu ilkel kılan ve kimi hastalıkların kökünü kazıyan tıptaki durumu anlatmaya çalıştım. Önceki paragraftaysa ayna nöronlardan bahsedip dikkatinizi beynin çalışma biçiminin bir bölümüne çekmek istedim, bir önceki paragraf da sürü psikolojisiyle ilgiliydi ve bu psikoloji yeni buluşların önünde büyük engel teşkil eder demek istedim… Bilgiyle ilgili paragraf bilginin boyun eğdirici yönünü anlatıyordu çünkü insan kendi neslini bilgisi sayesinde sürdürmekteydi. Bu bilgi bir anda ve gökten vahi yoluyla gelmiyordu, önceki insanların biriktirdiği bilgilerin sayesinde yeni bilginin ortaya çıkması şeklinde gerçekleşiyordu. Sürü, kalabalığın içinde tehlikeden kaçmayı ummak demektir, insan ise tehlikenin üstüne gidip onu yenerek yaşam kalım savaşında ilerlemek donatısına sahiptir. İnsan insanı köleleştirdi, bir kısım insanlar diğerlerini şimdinin robotları gibi kullandı.

Evcilleştirdiği öküzle birlikte evcilleştirdiği insanı kullanıp toprağı sürdürdü, şimdi bu işi robotlar yapıyor. Kölelerin, işçilerin kullandığı aletleri şimdi makinalara taktı ve onları bilgisayarlardaki programlar sayesinde emek olgusu dışında kullanarak aynı işi daha kısa sürede yapıyor. Yılda bir kere ürünü ancak alabileceği topraklardan defalarca ürün alabilmeyi beceriyor. Tarımda dünya lideri olabilmek için bereketli hilale gereksinim kalmadı. Nehir taşkınlarının bereketlendirdiği topraklar artık yok. Bilgi toplumunda yaşıyoruz, bilgi çağını yaşıyoruz, makro dünyada ve mikro dünyada büyük yol alındı, bu dünyanın insanı olabilenlerin genlerini ileriki kuşaklara taşımak şansı çağın gerisinde kalanlara göre çok daha fazla, muhafaza edilecek şeylerin çoğu çıkınımızdaki saatli bombaya dönüştü, o saat gelip patladığında zarar vereceği bizden başkası olmayacaktır. Maske takmak yasaklanmıştı şimdi maske takmamak yasak.

Sürüden bağışık olmak en iyi bağışıklıktır, zordur, zevklidir, heyecanlıdır, tehlikelidir ama insana yakışandır, insanlığı yaşatandır. Bilim ve fen sahip çıkılması gereken mirastır.

İrfan Kaban
irfankab@gmail.com

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)