Son Dakika Haberler

Allahın Büyük Lütfu Şaşkınlık Yarattı

Allahın  Büyük Lütfu Şaşkınlık Yarattı
Okunma : 419 views Yorum Yap

AYTUN ÇIRAY: ‘Allah’ın büyük lütfu’ ile kasıt, 15 Temmuz’un “Tek adam devleti”ne ulaşılmasını hızlandıracak bir katalizör olarak görülmesiymi.

15 Temmuz FETÖ Darbesi vatandaşlarımızın ezici çoğunluğu açısından hiçbir şekilde hiç beklenmeyen bir olaydır.
Darbenin icra edilme şekli ise Türk milletinin kendisi ve ülkesi adına utanç duymasına yol açmakla kalmayıp, başta TSK olmak üzere bütün kurumlarına duyduğu güveni sarsacak bir mahiyet taşıyordu.
Bundan ötürü bu olayın mahiyetinin, arka planının ve sorumlularının ortaya çıkması varoluşsal bir önem taşıyordu.
Dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan daha 16 Temmuz sabahı 15 Temmuz’u ‘Allah’ın büyük lütfu’’ diye nitelediğinde şaşkınlık yaşandı.
Nasıl oluyordu da hiçbir darbede olmadığı şekilde 249 şehide mal olan bu kalkışma ve işgal girişimi ‘Allah’ın lütfu’ oluyordu.
Zaman bize AKP’li söz konusu ibarenin aslında çok farklı bir anlamda kullandığını ortaya çıkarmıştır.
Meğer ‘Allah’ın büyük lütfu’ ile kasıt, 15 Temmuz’un “Tek adam devleti”ne ulaşılmasını hızlandıracak bir katalizör olarak görülmesindenmiş.
Bu nedenle 15 Temmuz’un nasıl bir ‘lütuf’ olduğunun anlaşılması istenen bir şey değildi ve tam anlamıyla aydınlatılması cumhurbaşkanı tarafından uygun bulunacak bir politika olamazdı.
Daha açık bir deyişle 15 Temmuz FETÖ Darbesi’nin ‘bir büyük lütuf’ olabilmesi yarı karanlıkta bırakılmasına bağlıydı.
Bunun en büyük kanıtı Sayın Genelkurmay Başkanı ve Sayın MİT müsteşarının Komisyon’a gelmelerinin siyasi irade tarafında. engellenmesi…
Necdet Özel gibi Kozmik odayla ilgili hakkındaki iddialar nedeniyle hâlâ yargının karşısına çıkmamış olması…
Defalarca talep ettiğimiz siyasi ve üst düzey bürokratlara ait ByLock, Eagle, HTS ve uçuş raporlarının gizlenmesidir.
Çünkü Komisyon engellenmeyip görevini yapabilmiş olsaydı 16 Nisan tam kanunsuzluk referandumuna cesaret dahi edemezlerdi.
Söz konusu amaca ulaşmak için AKP iki boyutlu strateji oluşturdu.
Birinci boyutu Komisyon’un faaliyetlerinin çoğunluğu oluşturan AKP’li üyeler tarafından şekillendirilmesi ve yönlendirilmesiydi.
İkinci boyutu ise, Komisyon Raporunun 15 Temmuz’u kullanarak varılması hedeflenen amaçla tutarlı bir tarih yazımının aracı haline getirilmesidir.
Nitekim Sayın Petek, FETÖ’nün devletin temel kurumlarını ele geçirmesinde AKP’nin sorumluluğunun en az olduğunu söyleyebilmiş,
AKP döneminde ‘sızmaya çalıştıkları devlet kanallarının kapanıp etkinliğinin azaldığını, AK Parti’nin bu vesayete geçit vermeyeceğini gördüğünü’ ileri sürebilmiştir.
AKP raporuna göre ‘Örgüt işte bu nedenle gerçek yüzünü göstermiş, hırçınlaşmış, yetmemiş ne olduğunu kanlı bir darbe girişimi ile göstermiştir.’
Tabii ki gerçek bu değildir Sayın Basın Mensupları,
Nitekim Komisyon’a konuşan başta eski Genel Kurmay Başkanları ve MİT Müsteşarı olmak üzere bir çok misafir FETÖ’nün devlet kurumlarını AKP iktidarları döneminde nasıl işgal ettiklerini açıkça ortaya koydular.
17/25 Aralık FETÖ hakkındaki hukuki ve siyasi sorumluluklar için milât kabul ettirmeye çalışanları , “2004 Ağustos ayında Millî Güvenlik Kurulu toplantısında Silahlı Kuvvetler olarak komuta katı olarak dedik ki:
‘Bu örgüt çok büyük bir imkân kabiliyete kavuştu. İmkan kabiliyet yıllar içerisinde oluşur ama niyet bir gecede değişir. Aynen böyle söyledik.
Dedik ki: ‘Bir icra planı yapılsın, bu iş takip edilsin.’” diyen Sayın Hilmi Özkök iyot gibi açığa çıkarmıştır.
Ama Özkök’ün özellikle şu sözleri adeta suç duyurusu gibidir:
“..sonra (MGK tavsiyesini) biz de izledik ne yapılıyor diye ama açıkça söyleyeyim, pek fazla bir şey de yapıldığını görmedik.
Duyduklarımızı elimizden geldiği kadar yaptık ama dediğim gibi kaynağa nüfuz etmemiz mümkün olmadı.”
Şimdi soruyorum; Sayın Özkök’ün bu beyanlarında belirttiği nüfuz edilemeyen kaynak nedir?
Neden AKP hükümeti FETÖ hakkındaki MGK kararını uygulamadı?
Bakın bu soruların cevabını adeta bir suç ikrarı gibi dönemin Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer yazdığı kitapta veriyor; ‘Tavsiye kararı Başbakanlığa bildirildikten sonra konuyu Başbakanımıza açtım ve gelen yazıyı ‘dosyasına’ kaldırmaya karar verdik. Bu karar metni Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılmadı ve hakkında hiçbir işlem yapılmadı. MGK’nın 1997 yılında irticayla mücadele kararında yapılan hata burada tekrarlanmamıştı. Konudan MGK toplantısına katılan bakanlar dışında kimsenin haberi olmadı ve onları endişeye sevk edecek bir sonucun doğmamasına özen gösterildi. Bütün toplumsal ve siyasi riski hükümet adına Sayın Başbakanımız, hukuki riski ise ben üstlenmiştim.’
Yalçın Akdoğan ise çok daha kestirmeden ve çok net bir biçimde ülkemizi 15 Temmuz hain darbe girişimine getiren basiretsizlik sürecini bir twitle ifade etmişti:
“2004’teki MGK kararı hükümet tarafından yok hükmünde kabul edilmiş, hiçbir bakanlar kurulu kararı alınmamış, hiçbir işlem yapılmamıştır.”
Yıllar sonra Taraf gazetesi, ‘Cemaati Bitirme kararının 2004 MGK kararlarıyla alındığını’ manşet yapınca da AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen Akit Gazetesinin önde gelen yazarlarından Hasan Karakaya Dinçer’i bir kez daha doğruluyordu:
“Adama sorarlar; ‘AK Parti, bu MGK kararına uyarak Fethullah Gülen Cemaati’ni bitirmek isteseydi; 2004’ten 2013’e kadar, yani 9 yıl boyunca bekler miydi?.. Bu tavsiye kararını, bir defa olsun Bakanlar Kurulu’na getirip de, eyleme geçmez miydi?”
Değerli Basın Mensupları,
Sayın Başbuğ’un, “Türk Silahlı Kuvvetleriyle çatışma ortamına girilmesinden kaçınılmıştır. 2007’de manzara dramatik bir şekilde değişmiştir. Bu değişim AKP iktidarının zamanın Fethullah Gülen cemaati günümüzün FETÖ terör şebekesi ile tam ittifak haline girdiği, beraber hareket ettiği, Silahlı Kuvvetlere karşı yürüttüğü komplolara destek verdiği dönem,” şeklindeki tutanaklara geçen açıklamaları, halkımızı şehit eden ve Türk Milletinin iradesinin vücut bulduğu TBMM bombalayan gözü dönmüş şebekenin TSK içindeki örgütlenmesinde AKP iktidarının siyasi sorumluluğunu ifşa etmesi bakımından olağanüstü önemlidir.
Burada hemen vurgulamak ve altını kalın çizgilerle çizmek gerekir: AKP iktidarlarının sorumluluğu kesinlikle siyasi sorumlulukla sınırlı değildir.
Çünkü Sayın Özkök’ün 2004, Sayın Başbuğ’un 2007 olarak net bir şekilde tarihlediği bu sorumluluk 15 Temmuz darbe ve kalkışma hareketine yol açmıştır.
Bu darbe ve kalkışma teşebbüsü neticesinde 249 vatandaşımız şehit olmuş, binlercesi kalıcı izlerini ve etkilerini ömürleri boyunca taşıyacak şekilde yaralanmıştır.
Üstelik bu bir ulusun kendi iç ve dış güvenlik kurumlarına, yargısına, devletine duyduğu güvenin neredeyse tamamen yok edildiği bir şekilde yaşanmıştır.
Bu yönüyle hiç tartışmasız bedeli zaman içinde daha da ağırlaşarak hissedilecek tarihi bir sosyal travmadır.
İşte Türk Milleti’ne benzerine Hollywood filmlerinde bile rastlanmayacak dehşet verici bir travma yaşatan bu hain kalkışmanın diğer hukuki ve adli sorumlusu AKP iktidarlarıdır.
Kamuoyuna açıkladığımız CHP raporunu işte bu utanç verici duruma demokratik bir reddiye olarak düşünün;
Tabii Meclis’in onurunu korumaya ve kurtarmaya yönelik bir naçizane çaba…
Aynı zamanda 15 Temmuz’da kaybettiğimiz veya yaralanan insanlarımıza karşı bir vicdani sorumluluğun yerine getirilmesi çabası…
Tarihin bizim gerçeklerin aydınlığa çıkması için verdiğimiz samimi mücadeleyi hakkıyla değerlendireceğine duyduğum inançla hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)