Son Dakika Haberler

KORKU DEVRİMİNE SÜRÜKLENEN ÜLKE…Prof. Dr. Levent Seçer

KORKU DEVRİMİNE SÜRÜKLENEN ÜLKE…Prof. Dr. Levent Seçer
Okunma : 717 views Yorum Yap

Yazımı yazmaya başladığımda hala karanlıkta kalan, sağlıklı bir açıklamanın yapılmadığına inandığım masum 25 askerin ölümü ve arkası arkasına gelen şehit haberleri, yaygınlaşan kırsal bölgelerden şehirlere kayan intihar saldırıları, iflas etmiş saygı görmeyen bir dış siyaset, çarklar arasında tıkanmış kalmış bir Türkiye resmi. Ama Başbakan (RTE) hala yurtdışında ne yapıyor diye merak ediyorum? İnançların bile siyasete alet edildiği bir ülkede hala nasıl bir uluslararası sayınlık arıyoruz? Anlamadım doğrusu.

 

”50 yıldır (AB) ye bizi almıyorlar kapıda bekletiyorlar” diyor Başbakan, daha düne kadar “Bunlar Hıristiyan  ben böyle bir birliğin içinde olmam” diyen sen değil miydin? Kendi ülkende her şey tıkanıp kalmış ama hala başka ülkelerin iç siyasetiyle uğraşıyorsun, bu nasıl bir siyasal iradenin ürünüdür açıklayan biri varsa söylesin. Başbakan hala yurt dışında, oradan esip gürlüyor, ama ülke her geçen gün zor şartlara sürükleniyor. (OECD) nin açıkladığı ama topluma yansıtılmayan bir gerçek var. Türkiye’de yaşam kalitesi ekonomik krizle boğuşan Yunanistan ve yoksulluğun pençesindeki Meksika’dan bile daha zor. Saklanan acı gerçekleri bu ülke bir gün yaşayacak ama buna sebep olanlar nerde duracak merak ediyorum.

 

Türkiye bunları yaşarken Başbakan durmadan geziyor felaket kimin umurunda. İki günde 12 şehit haberi, Başbakan gezisini iptal edip ülkesine dönmesi gerekirken,  klasikleşmiş açıklamalarla terörü lanetliyor. Cumhurbaşkanı ”Bunu yapanların kanı yerde kalmayacak” diyor. Ama teröre cesaret verenlerin bu yaşananları ve kendilerinin yarattıkları çaresizliği seyrediyor. Türkiye geçmişe, zor yıllara, çaresizliğin,  felaketlerin ortasına, uçuruma sürükleniyor, bunun sebebi şu anda sisteme hakim olan AKP zihniyeti, ama bu onların umurunda değil.

 

BAŞKANLIK RÜYASI VE SULTANLIK…
Başbakan tarihe karşı çıkıyor. Baş imam olmak istiyor, dini ve tüm yaşamı kendisi yönetecek, Fransız 14. Lui gibi kendi kararlarının dışında bir başka karara biat edenleri yok sayıyor. Ahlakı tekeline alıyor, tek adam olmak istiyor yavaş yavaş bu sisteme alışmaya başlasın Türkiye diyor. Parlamento sisteminden yana değil, aklına koydu bir kere Başkan olmak istiyor. Bütün iktidarı elinin altında toplamak istiyor. Partinin şimdi olduğu gibi tek hakimi o, meclis’e girecek olanları o seçecek, Başbakanı o atayacak, tek imzayla devleti yönetecek, güçler ayrılığını kaldırıp güçlerin tekliğini getirecek. Yasama, yürütme, yargı, basın, ordu, sermaye, üniversite, tarikatlar, gençler, kadınlar, sivil toplum örgütleri, kamu kurumları hep kendisinin denetiminde olacak. İşci sendikaları memur ve emekli örgütleri mezhepler hepsi ona bağlı olacak. Kafasında yatan şu, her şey tek olsun, benim istediğim gibi olsun, farklı bir ses istemiyorum beni kimse eleştirmesin. Fikir çeşitliliğine kızan biri post modern bir padişah olmak istiyor.

 

Kadının doğurmasına karışıyor, kadının nasıl yaşaması ve ne zaman doğuracağını neredeyse kendi karar verecek, Türkiye’de kadının bir gün gelip kendi kendini yönetme gücüne sahip olacağını ve kadının kimlik bulmasından rahatsız oluyor. Özgürlük artışından korkuyor, kendi iradesinin hakim kıldığı adı belli olmayan bir tıkanmış özgürlükten bahsediyor. Kaba bir İslam yorumu yapıyor, dini kendi kendine yakın anlamda yorumluyor. ”Din eğitimi” şimdi adı değiştirilerek okullarda küçücük çocukların beyinlerine daha bu yaşta yerleştiriliyor. Ülkede tek tip model insan yaratmak amacında, bu model ülkenin ihtilaller dönemi gerçeğinin yarattığı yıkılmalar gibi ve hatta daha da vahim sonuçlara dönüşecek felaketin habercisi olduğunu bildiği halde uygulamaya çalışıyor.

 

Operaya ve tüm turizm tesislerine mescit yapacak, Çamlıca’ya cami dikecek, aslında bütün rüyası Belediye başkanlığı yaptığı sırada, Taksim’e cami yapma hayalinin bir parçası bu. İktidarı bırakmayacak bunun için ne gerekiyorsa her yolu deneyecek, kuzu gibi güdülmüş bir toplum yaratmanın bereketini bir kez daha alacak. Giderek tüm milli bayramlar iptal edilip göstermelik törenlerle kutlanacak, belki de bir gün 10 Kasımlar bile bir gerekçe gösterilmeden havadan sudan nedenlerle sönük geçecek, Atatürk şimdi olduğu gibi her geçen gün hafızalardan silinecek, ama buna gücü yada güçleri asla yetmeyecek. Ders kitaplarından Atatürk devrimleri ve onun bıraktığı milli bütünlüğün kavramlarını zaten sildiler, ama Atatürk adından, resimlerinden, devrimlerinden rahatsızlık duyanlar bundan mutlu olamayacaklar. Giderek diktatörleşecek hep fazla yetkiyle iktidar olmak istiyor. Tüm lokantalarda içki servisleri yapanlar, kapılarına içki servisimiz yoktur diye yazıyorlar, toplumu korkunun esiri yaptılar. Hiç bir şey umurlarında değil, istedikleri ya da istediği tek şey cumhurbaşkanı olmak ya da başkanlık hayali. Al gülüm ver gülüm modelinin şimdi sırası onda. Böyle bir anlayışla ülke yönetimine sahip olmaya çalışmak demokrasinin adını karalamıyor mu?

 

Tarafsız partisiz bir cumhurbaşkanı neden aranmaz, sen oldun şimdi sıra bende demek nasıl bir anlayışın ürünüdür? 2023 senaryosu gelecekte nasıl bir siyasal tıkanmayı getirecek bu ülkeye? AKP kendi anlayışındaki iş adamlarına inanılmaz servet kapıları açtı, tüm devlet kadroları bu anlayışı destekleyen kadrolarla donatıldı, imamlara kültürel kurumlar teslim edildi. Cumhurbaşkanı  tarafsız olamadı, rektör atamalarında adil davranmadı, AKP nin adeta bir anlaşmalı noteri gibi her kararı imzalayarak yolladı. Şehit cenazelerindeki söylemler her şehit geldiğinde aynı nakaratla devam etti  ”Kanları yerde kalmayacak bunları yapanlar mutlaka cezalarını bulacaklardır” aksine daha da arttı terör ve şehitlerimizin sayısı. Sanatı,  edebiyatı, sanatçıyı, bilim adamını yok sayan bir zihniyetin ülkeyi getirdiği bir tıkanıklık. Peki Türkiye bunca yükü nasıl taşıyacak sırtında? Gittikçe daha da karışan Ortadoğu gerçeği, ülkeyi bu bataklığın ortasında bırakanları tarih nasıl yazacak acaba?

 

TALAN EDİLEN MİLLİ DEĞERLER VE HUKUK İHLALİ…

 

Devletin malı işletmeler, Eti Alüminyum, Kuşadası limanı, Balıkesir SEKA, arsaları, lojmanları, fabrikaları, marka olmuş ürünleri, Çeşme limanı, iç ve dış pazar payları, stoklar, eğitim işçileri, limanları, maden ve hammadde stokları yok fiyatına AKP yandaşı işadamlarına satıldı. Kamu ihaleleri aynı mantıkla biat kültürünü yaymaya çalışanlar arasında pay edildi. Devlet mallarının bu kadar cömert biçimde yandaş kurumlar arasında pay edilmesine mahkeme ”satışları iptal kararı” verdi. Bakanlar kurulu, mahkemelerin kararını alelacele aldığı bir başka kararla yok saydı.

 

Türkiye’de 74 hukuk fakültesi var. Bu güne kadar bu  fakültelerden hangi dekan çıkıp da Bakanlar kurulunun ”Hukuku katleden” kararı hakkında bir açıklama yapabildi? Yargı bağımsızlığının tartışılır hale gelmesi, toplumun yargıya olan güveninin de azalması anlamına geliyor. Bir ülke de iktidar yargıyı kendi düşünce anlayışı içinde yönetmeye çalışırsa, bu demokrasinin yok olması anlamına gelir. Deniz feneri davasında hala karanlıkta kalan gerçekler var, sivil bir anayasa çalışmalarına elbette karşı değilim, ama dilerim bu anayasa AKP nin kendi anayasası olmasın. Demokrasinin yerleşmiş olduğu ülkeler de, örneğim Almanya’da Cumhurbaşkanı Wulf, hakkında açılan dava nedeniyle soruşturmanın selamati ve yargıya olan güvenle istifa etmekten çekinmedi. Peki benim ülkemde bu cesareti gösterecek bir siyaset adamı çıktımı bu güne kadar? Haklarında yüzlerce açılmış dava var. Ülkenin geldiği bu siyasal tıkanıklıkta yaşananlara baktığımda, keşke Ortadoğu’da yaşadıkları esaretten kurtulmak için sokaklara dökülen o duyarlı ateşli halkı,kendi ülkemde de görebilseydim,ama ben ne olursa olsun böyle bir haykırışı asla göremeyeceğim.

 

Polisin eline biber gazını vererek insanca yaşam hakkı isteyen, Atatürk devrimlerine bağlı,laik çağdaş özde saydam bir demokrasi ile yönetilmenin özlemini duyan halka ”korkma vur ez kör et’‘ diyen bir zihniyete karşı duracak bu halk topluluğunu asla göremeyeceğim. Halk bu sistemin verdiği afyonla uyutulmuş adeta, ne zaman uyanır bilinmez. (RTE) bunu çok iyi biliyor, kurnaz siyaset anlayışıyla ülkeyi kendi ihtiraslarına bağlı felaket yolculuğunda başka bir şey düşünmüyor. NEW YORK TİMES,THE GUARDİAN ”Erdoğan’ın ülkesi sultanlık gibi” diye yazdı.

 

(RTE) bağımsız yargıyı devre dışı bırakarak basına her geçen gün gözdağı vermeye devam ediyor. Demokrasi den hala söz edilemeyen bir ülkede bu tehlikenin sonuçlarını yazmak bile istemiyorum. Her şeye bağıran çağıran öfkelenen,  eleştiriye bile sinirlenen bir Başbakan, merak ediyorum,  acaba hangi dünya ülkesinde (RTE) gibi resim veren bir Başbakan var? Bir ülkede Başbakanı eleştirmeye kalkmak bile suç olacak neredeyse, o zaman siz bu ülkede özgürlüklerden insan haklarından ve demokrasiden söz edemezsiniz sayın Başbakan. İçinizde yaşattığınız kin ve intikam duygusundan sıyrılıp, ülkeyi getirdiğiniz tıkanmışlıktan nasıl kurtaracağım diye çareler aramanız gerekir diye düşünüyorum.

 

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE

 

Prof. Dr. Levent Seçer

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)