Son Dakika Haberler
“width=“1293

"İSTANBUL İÇİNDE BİR İSTANBUL", SARIYER

"İSTANBUL İÇİNDE BİR İSTANBUL", SARIYER
Okunma : 851 views Yorum Yap

Sariyertarihikentler 54
Sarıyer Belediye Başkanı Şükrü Genç SARIYER TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ toplantısındaki konuşma metni.İS
 
Tarihi Kentler Birliği Bölge Toplantısının Sayın katılımcıları.
Birliğimizin 15 yıllık geleneği doğrultusunda sizlere hitap etmenin ve ev sahipliği yapmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Az önce izlediğiniz tanıtım filmimizde sunduklarımızı biraz daha açmak istiyorum.
 
Üç yıldır Anadolu’nun muhtelif kentlerinde katıldığım TARİHİ KENTLER BİRLİĞİ TOPLANTILARINDAN çok büyük bilgi ve deneyim elde etmenin yanısıra, büyük heyecan duydum. Bugün bu toplantılardan birine ev sahipliği yapıyor olmak heyecanımı bir kat daha artırdı.
Bu vesile ile İstanbul ve Sarıyer’in tarihine ilişkin bazı değerlendirme ve saptamaları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Roma İmparatorluğu, Bizans İmparatorluğu, Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453-1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış; tarihi, doğası ve birçok medeniyete ait farklı kültürel katmanları ile dünyada sayılı kentlerden, dünyanın en eski şehirlerinden birisidir İstanbul.
Tepeleri, köprüleri, kaleleri, kuleleri, surları, sokakları, Boğaziçi su yolu, tarihi yarımadası, anıtsal mabetleri, meydanları, çeşmeleri, su kemerleri, yalıları, kralları, sultanları, sarayları, kışlaları, müzeleri, üniversiteleri, köyleri, ormanları, martıları, adaları, vapurları, şiirleri, şairleri ile çağ kapatıp çağ açabilecek güce sahip bir kent.
Asya ile Avrupa’nın hem mekânsal hem de kültürel kesişme noktası olan İstanbul, medeniyetlerin buluşma, birbirinden etkilenme ve bütünleşme şehridir.
 
Usta şairimiz Nazım Hikmet’in dediği gibi; ŞEHİRLERİN ŞEHRİ̇ İstanbul.
Sahip olduğu tarihi, doğal ve kültürel potansiyelin varlığı ile idarecilerine, yöneticilerine ağır sorumluluk yükleyen koca bir metropoldür İstanbul. Bir hastanın, kendisini doktora teslim edip güvenmesi gibi, üzerinde yaşayan toplumlar geçmişleri ve kültürleriyle kendini bizlere, yerel yöneticilere, belediye başkanlarına, şehir planlamacılarına, Sivil toplum kuruluşlarına ve tüm yurttaşlara emanet etmiştir.
 
Merkezi ve yerel yöneticiler olarak omuzlarımızdaki yük çok ağır. O yüzden de tarihe, tarihi kentlere ve özellikle İstanbul’a karşı sorumluluğumuz çok büyük.
Bizler, bu kutsal emaneti en iyi şekilde koruyup, yeni oluşturmaya çalıştığımız kent parçalarına ALTYAPI VE TEMEL teşkil edecek şekilde planlamalar yapmalı ve eski ile yeninin entegrasyonunu mutlak şekilde sağlamalıyız.
Bu bağlamda bugün burada toplanmamızın amacı Tarihi Kentler Birliği Marmara Bölgesi Üyeleri olarak bir nebze de olsa bu sorumluluk bilincine vurgu yapmak, sorumluluklarımızı hatırlatmak, deneyimlerimizi paylaşmak olacak.
İstanbul üzerinden bir değerlendirme yaptığımızda; İstanbul’a kimliğini veren tarihi unsurlar, maalesef yeteri kadar korunamıyor. İstanbul, bütün zenginliklerine rağmen kendisinden daha az tarihi potansiyeli olan metropollere göre ilgi görme anlamında geride kalıyor. Yabancı ziyaretçi sayısı hala hakedilen düzeyde değil.
Birkaç veriye dikkat çekerek  bir karşılaştırma yapacağım:
Örneğin, dünyadaki diğer metropollerin yıllık ortalama ziyaretçi sayılarına bakarsak;
 
Hong Kong 25 milyon,
Londra 16 milyon,
Paris 15 milyon,
İstanbul ise, 11 Milyon ziyaretçi alıyor.
 
İstanbul dünya sıralamasında 11’inci sırada bulunuyor..
Tarihsel vitrinimizi parlatamadığımız sürece de bu düzey değişmeyecek.
Elbette vitrinleri parlatmak yalnızca güzel tanıtım ve pazarlama kampanyaları yapmak değildir. Güçlü bir altyapı kurmak gerekiyor.
Konaklama açığının giderilmesi için önemli bir avantaj olarak kullanılması gereken, mimarlık tarihinin hemen hemen her dönemine ait mimari tarzları barındıran yapılarımız ne yazık ki bugün hala kirletici, yıpratıcı, korumayı engelleyici sanayi işletmelerine, atölyelere ev sahipliği yapıyor.
 
İstanbul’un vitrini olan tarihi yarımada, ilçemizin de içinde bulunduğu Boğaziçi alanı ciddi yapılaşma baskısı altında.
Tarihi bölgeler, dönüşümün-değişimin önünde engel ve ayak bağı olarak görülmeye, değersiz olarak algılanmaya başlandı.
Kendi kültür varlıklarımıza yabancılaşıyoruz, uzaklaşıyoruz.
Siluetimiz, estetiğimiz, tasarım öğelerimiz günden güne eriyor.İstanbul’un tarihi kimliği gittikçe geri planda kalıyor. Koruma bilinci anlayışı hala yerleştirilemedi. Barındırdığı devasa nüfusu ile salt bir ekonomik mekan olarak görülüyor. Toplumumuz da İstanbul’u zenginleşme ve adeta “köşe dönme kenti” olarak algılıyor.
Yapılan projeler, yatırımlar, tarihi kimliği tehdit eder hale geldi.
 
Kuşkusuz birçok belediyemiz büyük emekler sarf ediyor, paralar harcıyor, projeler geliştiriyor. Ancak objektif olarak baktığımızda bu çabalar yeterli değil.
Hala birçok tarihi semtimiz canlandırılamadığı gibi ölü mekânlar olarak önümüzde duruyor. Canlandırılamadığı sürece de değersizleşiyor. Suç mahallerine dönüşerek, güvensiz mekanlar haline geliyor. Ayakbağı olarak görülüyor. Birçok kentsel projelere kurban ediliyor, kolaylıkla gözden çıkarılabiliyor.
 
Bütün bunlar göz önüne alındığında biz yöneticilerin vizyonunu çok geniş tutması bir zorunluluk. Farklı ve yeni bakış noktaları yakalamamız bir zorunluluk. Bunu yapamadığımız sürece İstanbul’a eser kazandıran, mirasa sahip çıkan pozisyondan çıkıp, “miras yiyen”,  eriten bitiren bir pozisyona mahkum olacağımızın bilinmesi gerekiyor.
Sahip olduğumuz zenginlik çok fazla. Dolayısı ile sorumluluk büyük!
 
Sarıyer’imizi konuşacak olursak;
İlçemiz, doğası kültürel katmanları ile bir tarihi ile Boğaziçi’nin en önemli tarihi kentlerinden biri.
 
Neredeyse, “İstanbul içinde bir İstanbul”, Sarıyer.
Boğaziçi suyolunun tarihi ve doğal varlıkları ile en özel ilçesi. Boğaziçi suyolu ile gelen kültürün mekân tuttuğu yer Sarıyer.
Boğaziçi’nde Rumeli Feneri Kalesi’nden, Rumeli Hisarı Kalesi’ne kadar uzanan bir kıyı kenti.
Boğaziçi’nde silueti delinmemiş tek ilçe Sarıyer’dir.
 
Bizans döneminde “EĞLENCE KENTİ”, Osmanlı döneminde “HUZUR SAYFİYE VE TERAPİ KENTİ” olmuştur.
Cumhuriyet Döneminde sanayi kenti özelliği taşıyan Sarıyer yakın geçmişte ve günümüzde ise, bir GÖÇ KENTİ, bir GECEKONDU KENTİ’NE  dönüşmüştür.
 
Boğaziçi’nde yer alan köylerimiz (Rumelihisarı, Emirgan, İstinye, Yeniköy, Tarabya, Kireçburnu, Büyükdere, Yeni Mahalle) adeta sivil mimari örnekleri arşivi gibidir.
Tarihi çekirdekler ve anıtsal öğeler yoğun olarak Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesinde yer almaktadır. Ayrıca orman köylerimizde de tarihi tescilli sivil mimari eserler bulunmaktadır.
Sarıyer’in Boğaz ve Karadeniz’e olan kıyı uzunluğu 47 km’dir. Bir kıyı kentidir. Kıyı kenti olması sebebiyle birçok kültüre ev sahipliği yapmıştır. Kıyılar kentlerin giriş kapısıdır. Kültürler, farklı medeniyetler her zaman karaya kıyılardan giriş yapmıştır.
 
Kaleleri, su kemerleri, bentleri, çeşmeleri, Boğaz kıyısı boyunca uzanan yalıları, koyları, köyleri, sarayları, mabetleri, köprüleri, müzeleri, kentsel sit alanları, doğal sit alanları, tarihi ormanları ile her dönemden, her kültürden bir iz taşır, Sarıyer.
Doğal zenginlikler ile kültürel zenginliklerin iç içe geçmiş dünya üzerindeki nadir kentlerden biridir.
Az önce İstanbul’un tarihi mekanları konusunda genel bir değerlendirmede bulunmuştum. Sarıyer’in tarihi mirası konusunda değerlendirme yapacak olursak;
Koruma bilincinin Sarıyer’de İstanbul’un diğer bölgelerine göre biraz daha yüksek olduğunu söyleyebiliriz. Restarasyon, rölöve projeleri bilindiği üzere çok yüksek maliyeti olan işlemler.
Özellikle Boğaz’da tarihi olaylara ev sahipliği yapmış çok sayıda yalılarımız var. Dolayısıyla üst gelir grubunun yaşadığı sahil şeridinde koruma ve restorasyon sorunu daha az yaşanıyor.
Sarıyer Belediyesi olarak tarihi mirasımızın korunması anlamında yaptığımız birçok çalışma var. Ancak, yetki ve mülkiyet sorunu nedeniyle özellikle ilçe belediyeleri olarak Üsküdar, Beşiktaş, Beykoz ve Sarıyer’de mevcut mevzuat nedeniyle tarihi alanlara ilişkin proje yapmak, uygulamak konusunda zorlanıyoruz.
İlçemizde farklı dönemlere ait Rumelihisarı, Garipçe, Rumelifeneri ve Kilyos kalelerimiz var. Özellikle Garipçe ve Rumelifeneri kaleleri kullanılamaz halde çürümeye terk edilmiş durumda. Askeriye’ye tahsis edilmiş alanlar. Garipçe ve Rumelifeneri kalesinin kültürel faaliyetlerde kullanılmak üzere belediyemize ilişkin taleplerimiz olmuş, tahsis alınamadığı için restorasyon projesi yapılamamıştır.
Boğaziçi köylerimizden Büyükdere kentsel sit alanı ve sokak sağlıklaştırması projesini İstanbul Teknik Üniversitesi ile birlikle hazırladık. Proje cephe düzenlemeleri, sokak yenilemesi, trafik sirkülasyon planı, meydan, park ve kıyı düzenlemeleri ve kent mobilyalarını içeren çok detaylı bir projeydi. Ancak bugüne kadar bu proje de hala onay alamamıştır.
Köylerimiz özellikle Gümüşdere’de erken Cumhuriyet Dönemine ait çok sayıda ahşap sivil mimari eserler mevcut. Ancak bu bölgenin imar planları bakanlıkta hala onay beklemektedir.
Genel olarak ifade etmek gerekirse tarihi kentlerin korunması anlamında yerel yönetimler yaşamın içinde ve alana daha vakıf, Ancak yerel yönetimler proje geliştirme konusunda yetki sorunu yaşamakta, özellikle Mülkiyet ve tahsis sorununun çözümünde ciddi sıkıntılarla karşılaşılmaktadır.
 
Özellikle mülkiyeti hazineye ait olup da senelerdir çürümeye terk edilmiş tarihi mirasın kültürel ve sosyal kullanımlara açılması için kesinlikle mülkiyetlerinin belediyelere devredilmesi gerekiyor. Bu sorun, bu eserlerin kullanılarak korunması, yaşatılması önündeki en büyük engel.
Bu bağlamda birliğimizin de bu konuyu dikkate alarak özellikle Boğaziçi alanında bu yönde mevzuat değişikliği çalışmaları yapılmasını öneriyorum.
Bu toplantının tarihi mirasın korunarak ileriki kuşaklara aktarılması konusunda amacına ulaşmasını umuyor, değerli katılımlarınız için tüm çalışma arkadaşlarımız adına tekrar teşekkür ediyor,
Sevgi ve saygılar sunuyorum.
 
 

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)