Son Dakika Haberler

HAİNLER-6

HAİNLER-6
Okunma : 986 views Yorum Yap

ibalciHain ihanet edendir. Ya hain olmadan ihanet ettiğine inanılıp da ortadan kaldırılanlara ne demeli? Osmanlı Tarihinde bunun sayılamayacak kadar çok örneği var. Canını dişine takıp mücadele etmiş, varını yoğunu ortaya koymuş “devlet malı deniz yemeyen domuz” diyenlere aman vermemiş ama dedikodu kazanına konularak katran gibi kaynatılarak yok edilenlere de hain damgası vurulduğu çok olmuştur. Bir örnek vermek gerekirse diyor ve Torhuncu Ahmet Paşa’yı hatırlatırız.
Tarhuncu Ahmet Paşa yükselme ihtirası olanlardan biriydi. Kademeleri teker teker ama istikrarlı bir şekilde geçerek hedefe varmıştı. Baktı ki “Hacı” olmanın avantajı çok büyük, hemen yollara düşüp hac farizesini yerine getirerek “Hacı” oldu. Hacı olduğu dönemde Mısır Valiliğine atandı. Bu görevi sırasında ne oldu ise oldu olaya Sadrazam Gürcü Mehmet Paşa ile karşı karşıya geldi. Her an bir tehlikeye maruz kalabilirdi ama imdadına, yani ölümden kurtulmasına Kazasker Mesut Efendi yetişti. Hem de ne yetişti? Hem ölümden kurtuldu hem de Sadârete tayin edildi. Yani Sadrazam oldu. Torhuncu Ahmet Paşa sadaret mührünü alırken Sultan’la yapılacak işler konusunda adeta pazarlık yaptı. Neler yapması gerekir, kendisinden neler istenir hepsini teker teker görüşüp bilgi ve yetki aldıktan sonra göreve başladı. Aslında yeni sadrazamdan beklenen devlet hazinesini çekip çevirmek, israf içindeki hazineyi daha kötü durumlara düşürmekten kurtarmaktı.

Tarhuncu Ahmet paşa
Tarhuncu Ahmet paşa

Devlet hazinesi perişan durumdaydı. Gider gelirden fazlaydı. Yani ürkütücü idi. Yani “24 bin yük akçe” gelir; “25 bin 200 yük akçe” gider vardı. Durum bu olunca Tohuncu Ahmet Paşa’nın yapacağı iş israfı önlemekti. Ama en önemlisi de rüşvetin önünü kesmekti. Torhuncu Ahmet Paşa yoğun bir çalışma içine girdi. Rüşvetin önünü kesmek için olağanüstü önlemler aldı ama bu durum bir kısım devlet adamının işine gelmedi. Çünkü bazı insanların çıkarları Devleti Ali’nin üzerindeydi. Dedikodu kazanı kaynatılıp durdu. Günler günleri kovaladı ve Padişah Kanuni Sultan Süleyman ile Valide Sultan’a Torhuncu Paşa devamlı şikâyet edildi. Hem de asılsız ve berbat bir iftiralarla. Bu iftiralardan biri olan;  “Padişahı tahttan indirmek istiyor” dedikodusu Padişah’ın kulağına gidince, Padişah da anlatılanlara inanmış olacak ki Torhuncu Ahmet Paşa’yı huzura davet ederek önce sadaret mührü elinden aldı sonra da boynu vurularak (21.3.1653) ortadan kaldırıldı.
Devlet hazinesini düzeltmek için canını dişine takan, kötülerin, rüşvetçilerin, kendi çıkarını Devleti Ali’nin çıkarı üzerinde görenlerin gözünün yaşına bakmayan bir sadrazam dedikoduya kurban edilerek ortadan kaldırıldı.  Anlaşılan o ki; ihanet edenlerin hainliklerini ortaya koymak için boğuşup duranlarda hain olarak damgalanabiliyor ve boynu vurulabiliyor.

Uzun Piyale Paşa
Uzun Piyale Paşa

Osmanlı Devletinin önemli Kaptanı Deryalarından biri olan Uzun Piyale Paşa, Karadeniz’de üstün hizmetler yaptı ve güvenliği sağladı. Karadeniz güvenlik bakımından sağlam duruma geldikten sonra Akdeniz’e gönderildi. Pek çok seferler yaptı ve Cezayir’e gitti. Cezayir Seferi dönüşünde Cezayir Dayısı (Valisi) Mehmet padişaha çok miktarda değerli armağanlar gönderdi. Ne var ki Padişaha gönderilen armağanlara tamah eden Uzun Piyale Paşa armağanların bir kısmını kendisi için ayırarak ihanete kapı araladı. Armağanların bir kısmına Uzun Piyale Paşa tarafından el konulduğunu öğrenen Sultan İbrahim’in fermanı ile Uzun Piyale Paşa boynu vurularak öldürüldü (1644).
Osmanlı Devletinin önemli Kaptanı Deryalarından biriydi Kanlı Cafer Ağa (1516-1520). Kanuni Sultan Süleyman döneminde görev yaptı. Çok önemli hizmetlerde bulundu. İstanbul’un gelişmesine, yeni limanlar inşa edilmesine vesile oldu. Cesaretli ve gözü pek bir kişiydi. Acıması yoktu ve sert davranışları ile korku salıyordu. Pek çok kişinin ölümüne neden olduğu için ismi “Kanlı Cafer Ağa” ya çıkmıştı. Kan akıttıkça korku salan Cafer Ağa kendini de düşünmekten geri kalmıyor ve rüşvet olaylarına karışıyordu. Bilhassa savaş ganimetlerinden hakkından çok fazla pay aldığı dilden dile dolaşınca Padişah Kanuni Sultan Süleyman ibreti âlem için duruma müdahale ediyor, anında verdiği fermanla Kanlı Cafer Ağa boğularak ihanetinin cezasını görüyordu.
Mehmet Sait Pertev Paşa Osmanlı Devletinin çok önemli vezirlerinden biridir. Divan-ı Hümayun’da yetişti. Reisülküttaplığa yükseldi  (Yazı İşlerine bakan sekreterlerin reisi oldu). Güçlü devletlerden Rusya, Fransa ve İngiltere’nin bağımsız Yunanistan kurulması  dayatmalarına karşı koydu.  Petersburg’da imzalanan anlaşmayı kabul etmedi (4. Nisan 1926). Rusya’ya savaş açılmasını kabul etti.
Yapılan savaşta Osmanlı Ordusu yenilince Reisülküttaplık görevinden alındı. Ama gözden düşmedi yeni görev verildi kendisine. Görev gereği Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın Girit ayaklanmasını bastırmak üzere Kahire’ye gönderildi.  Mehmet Ali Paşa’yı ikna edip İstanbul’a döndü ve Padişaha Mehmet Ali Paşa’nı,  hazineye 20 bin, ordu için kullanılmak üzere de 5 bin kese altın verileceği haberini verince Padişah II. Mahmut tarafından süslü bir kılıçla ödüllendirildi ve Sadaret Kethüdası olarak atanarak yükselişine devam etti. Padişah’ın güvenini kazanan, bu nedenle de olağanüstü etkiler alan paşa, halk arasında “Tuğsuz Padişah” diye anılmaya başlandı.

Padişah 2. Mahmut
Padişah 2. Mahmut

Büyük yetkiler alan M. Sait Pertev Paşa’nın düşmanları da arttı. Kıskançlık büyük boyutlara vardı ve hakkında dedikodular yapılmaya başlandı. Hele,  padişahı indirecek yerine Abdülmecit’i geçirecek yolundaki yalanlarına inanan Padişah II. Mahmut M. Sait Pertev Paşa’yı görevden aldı ve Edirne’ye sürgüne gönderdi. Sürgün’ün ardında ölüm fermanı geleceği muhakkaktı öyle oldu.  Devlete hizmetten çekinmeyen, Padişaha karşı da hiçbir kusuru olmayan Paşa, 1837 de boğularak öldürüldü. İşte Osmanlı Devletindeki demokrasi! Ucu sivri bir yalan, üç beş kendi çıkarını düşünen paşa ve dedikodu için dolduruşa getirilen cahil halk ve yoktan yere canından olan M. Sait Pertev Paşa’nın sonu!
İşte boynu vurulan ya da asılarak idam edilen bir paşa! Nişancı İsmail Paşa Ayaşlı olup Saray’da yetişti. Çuhadar olarak görev yaptıktan sonra Rumeli Beylerbeyi payesi ile kendisine maaş bağlanıp emekliye gönderildi. Siyavuş Paşa’nın katlinden sonra yaşlı olmasına karşın Sadrazamlık görevine getirildi. Padişah II. Süleyman’dı ve aklına mukayyet değildi. 40 yıldan beri hapis hayatı yaşıyordu. Tahta çıkarılışının ilk aylarında yanına gelen Darüssaade Ağasına, kendisini asmamaları için şöyle yalvarıyordu. “Ortadan kaldırılmamız emri çıkmışsa söyleyin. İki rekât namaz kılayım. Ondan sonra emri uygulayın. Çocukluğumdan beri kırk yıldır hapis yatarım; her gün ölmektense bir gün ölmek yeğdir…”.
Ağanın gelişi öldürülmesi ile ilgili değildi. İşte böyle bir ortamda Nişancı İsmail Paşa Sadrazamlığa getirildi. Yaşlı Sadrazam işe hızlı girdi. Her şeyi düzeltmek azmi ile hareket etti. İsyanları bastırmak, rüşveti önlemek, sarayı cehenneme çeviren ilmiye sınıfı ile saray erkânını tavsiye etmek için bütün gücünü sarf etmeye başladı. Ama herkesi karşısında gördü. Çünkü yönetim köhnemiş, rüşvet, adam kayırma almış yürümüştü. Şeyhülislam’da Nişancı İsmail Paşa’nın karşısına geçince olan oldu ve dolduruşa getirilen Padişah II. Süleyman Sadrazam Nişancı İsmail Paşa’yı sadaretten azletti (2.5.1688). Ne oldu ise bu azil kararından sonra oldu ve rüşvet almalarına mani olduğu kişiler aleyhine döndü. Hakkında şikâyet etmeye başladılar.

Körülüzade Fazıl Mustafa Paşa
Körülüzade Fazıl Mustafa Paşa

Neticede, şeyhülislam olmasına rıza göstermediği Debbağzade Mehmet Efendi’nin gayretleri ile azlini temin ettiler ve kendisini Kavala kalesine hapse gönderdiler. Bir sürede hapis yatan Paşa buradan Rodos’a sürgün edildi.  Köprülüzade Fazıl Mustafa Paşa ile arası iyi değildi. Zamanında onu sürgüne göndermişti. Bu kez işler ters döndü ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Sadrazam olunca Nişancı İsmail Paşa’dan hesap sormaya başladı. Arnavut Zeynel Abidin Paşa’nın idamının haksız yere yapıldığı ileri sürülüp kısas istendi.
Hıncını alamayan Köprülü Fazıl Mustafa Paşa Kapıcıbaşı’yı Rodos’a gönderdi. Padişah’ın idam fermanı ile gelen Kapıcıbaşıyı gören Nişancı İsmail Paşa: “Altmış bir günlük vezaretimin muhasebesini gördüm; ne ben de miri mal var ne de cevahire vaziyet ettim. Kız Hüseyin Ağa ve Yeniçeri Ağası Hasan Ağa cevahiri beyaz ehrama sarılı mühriyle getirdiler; baktım ve yine mühürleyip sahiplerine verin deyip tenbih ve teslim ettim; onlardan sorun; mal ıtlak olunur ise ancak bir adet rahtım var (at takımı) yüz kuruşa satıp ramazan harcını gördüm” cevabını verdi. İsmail Paşa’nın bu sözlerine karşı, Kapıcıbaşı Kara Bayram Ağa “Vezaret ettiniz, bazı saklı paranızdan kırk kese kadar verin, müsterih olsunlar” diyerek işi halletmek istedi ise de Nişancı İsmail Paşa “Vezir-i Azam değil, babası Koca Köprülü mezardan gelse yine sözüm sözdür; ne akçem var, ne miri yedim ve ne de vermeye kadirim ve ne de olsa veririm, işte Kelamullah, emrine razıyım.”
Nişancı İsmail Paşa servet sahibi olmadığını ne param var, ne devlet malı yedim ve ne de verebilecek durumdayım diyordu. Bunun üzerine Kapıcıbaşı Kara Bayram Ağa getirdiği idam fermanını Nişancı İsmail Paşanın eline verdi. Paşa fermanı okuyup güldü ve: Padişahımın bu işte suiniyeti yok, çelebicik yazmış, Allah emaneti şu Mushaf (Kar’an-ı Kerim) büyük oğlumundur, götürüp ver, beni şu dolapta, Kâbe’den getirdiğim zemzemle kefene sarıp defneyle” dedikten sonra vasiyetini yazdırdı ve helalleşti. Ferman gereği başı gövdesinden koparıldığında yetmiş yaşın üzerinde yaşlı bir paşaydı (Nisan 1690).
Yazan İbrahim Balcı
Yaznın Devamı : HAİNLER -7

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)