Son Dakika Haberler
“width=“1293

ESKİYE YOLCULUK

ESKİYE YOLCULUK
Okunma : 9.578 views Yorum Yap

Bin dokuz yüz ellili yıllar. Sarıyer’in ilçe olarak nüfusu 30 bilemediniz 40 bin. Merkez Sarıyer’in ise her halde 2 bin beş yüz falan. İnşaat sektörü henüz tam faaliyette değil.

1954 de Tarabya Tokatlıyan Oteli yandığında yer yerinden oynadı. O cihannüması hariç beş katlı muhteşem ahşap bina yanarken, inşaatının ne zaman başlayacağı, kum ihalesinin kime verileceği her halde bilinmiyordu.

Gün geldi, inşaat ruhsatı alındı, kumunu verme ihalesi de ağabeyimde kaldı. Yani demek isterim ki bu iş bize yaradı. O görkemli bina kendiliğinden mi yandı, yoksa kâgir yapılabilmesi için kasten mi yakıldı hala çözülmüş değil!

Bu bina yerine yeni bina yapıldı ve Grant Tarabya Oteli olarak 1964 de hizmete açıldı. Sonradan satıldı ve şimdi Türkiye’nin zenginlerinden Bayraktar ailesine ait (Sarıyerli Bayraktarlarla karıştırmayalım)!

Sarıyer’in eski dönemlerde en iyi tarafı yaz ayları idi. Yazın İstanbul’un çeşitli semtlerinden yazlıkçılar, bilhassa Rum, Ermeni ve birazda Musevi aileler gelir, üç-dört ay yazın boğazın nefis havasından yararlanmak için ev kiralarlardı.

Bu olay Sarıyer’de hareketlilik yaratırdı, herkes yazın gelmesini dört gözle beklerdi. Bilhassa akşama yakın saatlerde yani 17.oo – 20.oo arasında Büyükdere Sarıyer arasında piyasaya çıkmak (volta atmak, dolaşmak) adettendi.

Ailece de yapılırdı, eş dostta birlikte piyasaya çıkarlar, gençlerin kız erkek birlikteliklerinin ilk adımı bu voltalarda atılırdı. Şimdi 50-80 yaş civarındaki Sarıyerlilerin evliliklerinin büyük kısmının bu voltalarla ilgisi olduğunu hatırlatmak isterim.

Ya geceler? Müthiş olurdu. Boğaziçi cıvıl cıvıl! Yenimahalle de yan yana üç dört gazino, Büyükdere’de ondan fazla gazino dolar dolar boşalırdı. Tabii o zamanlara Türkiyenin en önemli müzikholü Beyazpark gazinosuydu…

Gazino dolduğu gibi, gazinoya giremeyenler sandallarla gazinon önünde demirler, bir kısmı lüksünü yakıp lüfer tutarken, büyük kısmı kürek üstünde şarkıcıları dinlerdi. Safiye Ayla, Hamiyet Hüceses, Müzeyyen Senar, Sabite Tur Gülermen, Adnan Pekak, Munir Nurettin Selçuk gibi… Aralarda Celal Şahin, Orhan Boran… Zaman zaman tiyatro da yapılır İsmail Dümbüllü’nün ekibi zevkle izlenirdi…

Siyasi ortam nedense hep gergin oluyordu. Dün gergindi bugünde öyle… Nedense siyasilerimiz gerginlikten hoşlanıyor… Merhum Adnan Menderes 1954 seçiminden sonra öylesine güç kazandı ki ülkeyi tek başına yönetmeye kalktı ve sonuçta insan hakları ihlalleri, yoklar başladı, 1957 seçimini güç kaybederek kazandı ve 1960 yılına doğru gelinirken, tek adamlığı sonucu ortalık karmakarışık oldu.

Bir türlü muhalefetle bir araya gelinemedi, muhalefete rahat verilmedi. Türkiye’nin ikinci cumhurbaşkanı İnönü Yunan Generali Trikopis’i esir aldığı Uşak’ta taş yağmuruna tutuldu ve başı yarıldı… Behçet Kemal Çağlar’ın olay ile ilgili şiirinin ismi hala aklımda “Başına çal taşını”… Siyaset feci şekilde bozuldu, yoklar başladı ABD leri hükümete istediklerini yaptıramayınca, birileri devre e girdi ve bir sabah “Tuna Nehri akmam diyor” marşı ve Türkeş’in daudi sesi ile “Silahlı Kuvvetler İdareye el koymuştur. CENTO ve NATO’ya bağlıyız” sesi ile uyandık. Sokağa çıkmak yasak, kapıdan pencereden bakıştı, sokaklarda in cin top oynuyor. Demek ki ihtilal bu!

Anlaşıldı ki “Anayasayı İhlal” den 27 Mayıs 1960 İhtilali yapıldı… Yararı oldu mu? Bence az çok oldu, devlet sosyalleşti, yeni anayasa ile sosyal haklar, kuvvetler ayrılıkları düzenlendi…

Ama İhtilâle de alışılmış olacak ki, bilahare her sosyal olay sonrası sık sık ihtilâller/darbeler meydana geldi. Hele aslan gibi gençlerin Solcular, Ülkücüler, Akıncılar şu bu diye birbirine düşürülmeleri Türkiye üzerine oynanan oyunların ne kadar büyük olduğunu gösterdi… Onca fidan gibi genç darağaçlarında can verdi…

12 Eylül 1971 ve 12 Eylül 1980 darbeleri hep aynı gerekçelerle yapıldı; demokrasinin devamı ve kan dökülmesin… Her darbe sonrasında sokaklar alabildiğine boş, birkaç gün sokağa çıkmamak… Çıkılsa da ortalıkta kimse yok… Tur atan askerler, dolaşıp duran polisler…

Her ne kadar ara ara küçük büyük darbeler oldu ise de onlar sokakların boşalmasına neden olmadı…
Esas büyük ihtilal günümüzde oldu! Hem öyle bir ihtilal ki dünyanın en kalabalık ülkesi Çin’de başladı ve kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına aldı. Sonunda ülkemize de bulaştı. Üç günden beri sokaklar bomboş… İş yerleri kapalı, millet evinden dışarı çıkamıyor. Koronavirüs korkusu askeri ihtilal ve darbeleri bile bastırdı. Halk marketleri boşalttı, bankalara hücum etti. Milletin neşesi kaçtı…

Kapkara ortalık, neşe yok, gam çok, zengin tedirgin, fakir şaşkın, esnaf kepenk kapatma derdinde… Maske, kolonya seyahate çıkmış arada bulasın..

Sarıyer’de caddeler boş, sokaklar da kimse yok… Umursamadan d olaşanlar ise rahat, umurlarında değil Virüs 19 ya da Koronavirüs… “O ne?” diyor geçiyor…

Keşke Rizeli hemşerim gibi olabilsem… Raportaj yapıyor bir TV, bizim uşağın verdiği yanıta bakar mısınız: “Bize gelmez o. Biz lahana yiyoruz, mısır ekmeği yiyoruz, hamsi yiyoruz”.

Şimdi Sarıyer ilçe olarak 400 bin nüfuslu bir büyük şehir gibi kalabalık. Sarıyer’in nüfusu 35-40 bin civarında… Büyükdere Sarıyer arası piyasa yine var ama gelde sokak da adam bul dolaşacak. Herkes can derdinde, herkes tedirgin, çok kişi TV başında, bir çok kişi de anılarını yaşıyor torunlarında fırsat buldukça.

İbrahim Balcı

YORUMLAR (İLK YORUMU SİZ YAZIN)